Bilmiyorum takip ettiniz mi, asrın liderimizin küçük oğlu Bilal Erdoğan, İlim Yayma Vakfı Başkanı sıfatıyla kürsüye çıktı, "topraklarımız işgal edilmeden önce, aydınlarımızın adeta kafalarının içi işgal edilmişti. Batı karşısındaki aşağılık kompleksiyle 'biz artık yapamayız, biz kaybettik' diye düşünüyorlardı" dedi, kesinlikle doğru, altına imza atarım... Ama sonra, "200 yıl boyunca" diyerek, işgal yıllarından Cumhuriyet dönemine geldi, "200 yıl boyunca modernitenin sadece dış görüntüsünü, kılığını kıyafetini taklik etmeye çalışan bir dönem yaşadık, çok şükür ki, geldiğimiz noktada bu aydın sınıfı tasfiye oldu, ama, yeni bir aydın sınıfı ortaya çıkmış değil" dedi, "Toplumun saygı duyduğu, sözüne itibar ettiği, yerli ve milli olan yeni bir aydın sınıfına ihtiyacımız var"dedi.
★
Peki kimdir bu "yerli ve milli" yeni aydın sınıfı
Bilal Erdoğan eşzamanlı olarak buna da örnek verdi, yerli ve milli aydın tipini tarif etti, kafasında fesle dolaşan tımarhanelik Kadir Mısıroğlu'nu örnek gösterdi, Kadir Mısıroğlu'nun "ümmet dibi gördü, bundan sonra çıkış trendindeyiz" dediğini hatırlattı.
★
Hatırlarsınız mutlaka, asrın liderimiz bu Kadir Mısıroğlu'nu "ilim kültür adamı" olarak sarayında ağırlamıştı, asrın liderimizin oğlu Bilal de yerli ve milli aydın tipine "rol model" olarak gösterdi.
★
Kimdi bu Kadir Mısıroğlu
Atatürk düşmanıydı, Cumhuriyet düşmanıydı, bu yönünü hiç gizlemiyordu, açık açık "10 Kasım'da saat 09'u 5 geçe kenefe gidin" diyordu mesela... Tıpkı Vahdettin'in vatan haini şeyhülislamları gibi, Kuvayı Milliye düşmanıydı, "Mustafa Kemal'in verdiği zararı Yunan yapmazdı" diyordu, "keşke Yunan galip gelseydi" diyordu, "Mustafa Kemal'i beğeniyorsan, namaz kılsan da kafir olursun, oruç tutsan da kafir olursun, hacca gitsen de kafir olursun" diyordu, "Atatürk'ü beğenen kafirdir" diyordu.
Kafasında fesle dolaşan tımarhanelik biriydi, tımarhanelik lafı da mecazi değildi, Bakırköy akıl hastanesinde yatmıştı, raporu vardı.
"Karl Marx'a Das Kapital'i cinler yazdırdı" diyordu, "Shakespeare müslümandı, asıl adı şeyh pir" diyordu, İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy'a "sersemin teki" diyordu, tarihin gördüğün en namuslu insanlardan biri olan, tarihin gördüğün en samimi dindarlardan biri olan, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'a "pezevenk" diyordu, "Çanakkale harbi büyük bir harp değildir" diyordu. Sağlıklı bir insan kafası mı bu Elbette değil... Sadece Bakırköy akıl hastanesinden değil, Cerrahpaşa tıp fakültesi psikiyatri kliniğinden de raporu vardı, katmerli tımarhanelikti.
★
Türkiye'den kaçıp Almanya'ya sığınmıştı, İngiltere'ye sığınmıştı, Türk vatandaşlığından atılmıştı, genel aftan faydalandı, Türkiye'ye döndü.
Hani habire "Lozan zafer mi, hezimet mi" filan diye tartışma yapılır ya, işte o tartışmanın sloganı olan "Lozan zafer mi hezimet mi" lafı, aslında bunun kitabının adı... 1964 yılında yayınevi kurmuştu, kendi imzasıyla çıkardığı ilk kitabının adı "Lozan zafer mi hezimet mi"ydi.
★
"Mustafa Kemal din düşmanıydı, hilafeti yıkmak için İngiltere'yle anlaştı" yalanı var ya, işte o iğrenç yalanın kökeni de bu arkadaş... "Hilafet gelsin de, isterse Türkiye batsın, ben razıyım!" diyordu, "eğer Amerikan yönetimi Türkiye'de hilafetin gelmesine yardımcı olacaksa, Amerika'dan Allah razı olsun" diyordu, "eğer hilafet geri gelecekse, gelsin bir Amerikan kuklası halife Türkiye'nin başına oturtulsun, ben razıyım" diyordu, "saltanatçıyım" diyordu, ömrü boyunca Türkiye Cumhuriyeti'nin aleyhine faaliyet gösterdi.
★
Yerli ve milli aydın denilen, işte bu.
★
Herkes altını çizerek okusun lütfen... Atatürk'e yönelik sapıkça iftiraların, iğrenç yalanların, Cumhuriyet tarihimizdeki somut gerçeklerin eğilip bükülerek çarpıtılmasının, heepsinin kökeni, Rıza Nur diye bir ruh hastasına dayanıyor. Bizzat Atatürk tarafından Nutuk'ta adı sanı verilerek suçlanınca, Atatürk'e kinlenen, İsmet İnönü'den delicesine nefret eden, yurtdışına yerleşen, İngiliz istihbaratı tarafından devşirilen, ruh hastası bir vatan hainiydi. "Ruh hastası"nı mecazi manada kullanmıyorum, tıpkı Kadir Mısıroğlu gibi, bilimsel manada ruh hastasıydı, teşhis konmuştu, "psikolojik rahatsızlıkları olduğunu, şizofreni türevi bir sıkıntısı olduğunu" kendisi söylüyordu.
1927'de Atatürk tarafından kaleme alınan Nutuk'ta suçlanınca, oturdu, 1928'de kitap yazdı. "Hayat ve Hatıratım" adını verdiği iki bin sayfalık kitapta, güya anılarını anlatıyordu.
Bir yalanın bir başka yalan tarafından çürütüldüğü, akıl almaz hezeyanlarla dolu bu kitapta, Atatürk'e hem "eşcinsel" diyordu, hem "kadın düşkünü" diyordu, bir sayfada "kıza tecavüz ettiğini" söylerken, bir başka sayfada "erkeklerle ağaç altında şehvetle öpüştüğünü" anlatıyordu, bir başka sayfada "Çankaya Köşkü'nü kerhaneye çevirdiğini, 30 kadınla birlikte mum söndü yaptığını" öne sürüyordu. Atatürk ve arkadaşlarının, ev kiralayıp fuhuş yaptıklarını, milletvekillerinin "pezevenklik" yaptığını, bu fuhuş evinin polis tarafından basılıp, mühürlendiğini anlatıyordu. Bazı milletvekillerinin bakan olabilmek için öz kızlarını Atatürk'e verdiklerini anlatıyordu. Atatürk'ün beğendiği kadın öğretmenleri fahişe yaptığını, kız mekteplerini bu yüzden dolaştığını, nerede kız görüp gözüne kestirse "eşkıya gibi omuzlayıp götürdüğünü" anlatıyordu. Atatürk için "ayyaş" diyordu, sabah akşam "körkütük" dolaştığını söylüyordu. Atatürk'ün "para canlısı" olduğunu, "şahsi servet" yaptığını söylüyordu. Zübeyde Hanım'ın "fahişe" olduğunu, "Selanik'te kerhanede çalıştığını" söylüyordu. Babasının Ali Rıza Bey olmadığını, Abdoş diye biri olduğunu, Abdoş'un Sırp veya Bulgar olduğunu söylüyordu. Mübarek annemiz Zübeyde Hanım'ın bu Abdoş'un "metresi" olduğunu söylüyordu, Atatürk'ün "piç" olduğunu söylüyordu.
★
Okuduklarınıza, gözlerinize inanamıyorsunuz değil mi
Kelimesi kelimesine bunları yazdı.
Öylesine saplantılı bir ruh hastasıydı ki, "kendi karısının namussuz bir kadın" olduğunu, "kendi karısının evde çalışan kızları çırılçıplak soyup, dans ettirdiğini" anlatıyordu, "karısının kendisini boynuzladığını" söylüyordu, "galiba bu boynuzlamada Mustafa Kemal'le İsmet'in parmağı var" diyordu, böyle hasta biriydi.

7