Hadi gözünüz aydın, sayın hükümetimiz müjdeyi verdi, Türk vatandaşları Suriye'ye sadece pasaportla vizesiz giriş yapabilecek.
★
Gidip gezip görmek için, tatil yapmak için muhteşem bir ülke, dilerseniz El Nusra'nın çadır kampinglerinde kafa kesip, insan yakabilirsiniz, all inclusive, dilerseniz SDG'nin paket turlarıyla kalaşnikoflu roketatarlı köy baskınlarına katılabilirsiniz, açık büfe limitsiz mühimmat, dilerseniz Bedevi kamyonetleriyle Dürzi avına çıkabilirsiniz, dilerseniz İsrail'in işgal ettiği Golan tepelerine girip kurşuna dizilebilirsiniz, her şey dahil.
Üstelik, gidiş dönüş değil sadece gidiş bileti aldığınız için gayet ekonomik, çünkü dikkat ederseniz sayın hükümetimiz sadece vizesiz "giriş" müjdesi veriyor, "çıkış"tan hiç bahsetmiyor, gidişiniz oluyor ama, dönüşünüz pek olmuyor.
★
2002 yılıydı, ekim ayıydı, genel seçime sadece bir hafta vardı, Galatasaray'ın şampiyonlar ligindeki Brugge maçı için arkadaşlarla birlikte Belçika'ya gitmiştik, izledik, dönüyoruz, Brüksel Havalimanı'ndayım, pasaport kontrolünde sıradayım, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vatandaşları kendilerine ait kapıdan şakır şakır geçiyor, Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerin vatandaşları, bizler, kuyrukta, kuzu gibi bekliyoruz. Hemen önümde ünlü bir politikacı vardı, yanında monşer kılıklı biri vardı, laflıyorlardı, sohbetlerinden anlıyorum ki, o monşer kılıklı arkadaş Brüksel Büyükelçiliğimiz'de görevli bir memurdu, politikacıyı uğurlamaya gelmişti, hattızatında efenim filan diyerek yıkama yağlama yapıyordu. Malum, çenemi tutamam, hafifçe öne doğru eğildim, "beyefendi, Türkiye'de bakanlık bile yaptığınız için soruyorum, daha ne kadar bu kapılarda sürüneceğiz" dedim, o zamanlar köşe yazarı değilim, haliyle beni tanımıyor, gülümsedi, "çok yakında" dedi, "çok yakında biz iktidara gelince, bu çirkin muameleden kurtulacağız" dedi. E ben de gülümsedim haliyle, "umarım" dedim, "çok gördük sizin gibi diyenleri, bakalım, bir de sizi görürüz" dedim. Gene gülümsedi, "görürsünüz" dedi.
Abdullah Gül'dü o.
Bir hafta sonraki seçimde tek başına iktidara geldiler, "görürsünüz" demişti, görmeye başladık... İktidara gelir gelmez, 2003 yılında, asrın liderimiz Almanya'ya resmi ziyarete gitti, "en geç 8 senede Avrupa Birliği'ne üye oluruz" dedi, sayın medyamız o zamanlar da yalakaydı, gümbür gümbür manşet yaptılar, "koalisyonlarla çok vakit kaybettik, tek parti iktidarı sayesinde Avrupalı olacağız" diye makaleler döşendiler.
Bir yıl sonra, 2004 yılında, asrın liderimizle Abdullah Gül, Brüksel'den Ankara'ya geldiler, kilometrelerce konvoyla karşılandılar, "Avrupa fatihi" pankartları açıldı, Avrupa Birliği bayrağını simgeleyen mavi balonlar gökyüzüne bırakıldı, güpegündüz havayi fişekler fırlatıldı, ikisi beraber kamyonun üstüne çıktılar, şehir turu attılar, asrın liderimiz konuştu, "bayramımız kutlu olsun, hedef tam üyelikti, tam üyelik alındı" dedi, "hamdolsun başardık, bizim hükümetimize nasip oldu, inşallah bu başarımız ileride romanlarda yazılacak" dedi, Türkiye seninle gurur duyuyor sloganları atıldı, kendisine "işte lider işte AB" yazılı çiçek takdim edildi, hep bir ağızdan "memleketim" şarkısı söylendi, sayın medyamız hep bir ağızdan "dünya bize hayran" manşetleri attı, "Ak Parti destan yazıyor" konulu makaleler döşenildi.
Aynı yıl, 2004 yılı bitmeden bir destan daha yazdık, asrın liderimizle Abdullah Gül, takvimde başka gün kalmamış gibi tam 29 Ekim'de Cumhuriyet Bayramımızda, Roma'da, Papa heykelinin önünde Avrupa Birliği Anayasası'na imza attı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı hiç beğenmiyorlardı, Türkiye Cumhuriyet Anayasası'nı habire değiştiriyorlardı ama, Avrupa Birliği Anayasası'nın kelimesine bile dokunmadan imzayı bastılar, sayın medyamız "demokrasimiz taçlandı" manşetleri attı, "dünya bizi gıptayla izliyor" yorumları yazıldı.
Bir yıl sonra, 2005 yılında, bu defa Viyana'da destan yazdık, Viyana'daki Avrupa Birliği zirvesinden dönen asrın liderimiz müjde verdi, "hedef tam üyelikti, hamdolsun tam üyelik alındı" dedi, sayın medyamız "merhaba Avrupa" manşetleri attı, "üçüncü Viyana kuşatması" diye makale yazanlar vardı, "Cumhuriyet'in ilanından sonra en büyük adım" diye yorum yapanlar vardı, "her şey ona kısmet oldu, dimdik durdu" diyerek, asrın liderimizin hakkını teslim ettiler, Viyana'da imzalanan anlaşma gereği, işsizliğin sona ereceği, soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun bile daha temiz olacağı yazıldı, hem vallahi hem billahi, otlaklarımızdaki hayvanlarımızın bile daha mutlu, daha huzurlu olacağı yazıldı, köşe yazılarına çok güldüğüm duayen sıfatlı bir gazetecimiz mesela, "kompleksli ahmakların kafası almıyor, tarihi zaferdir bu" diye yazmıştı.
Bir yıl sonra, 2006 yılında, sadece Avrupa Birliği'ne girmekle kalmadık, asrın liderimiz Viyana'daki halı saha maçında Avrupa Birliği karmasında forma giydi, sayın hükümetimiz kaç paraysa ödedi, Viyana sokaklarındaki reklam panoları kiralandı, asrın liderimizin vole atarken çekilmiş posterleri konuldu, asrın liderimizin voleli reklamlarında "Avrupa Birliği takımının yeni forveti, birlikte daha güçlüyüz, Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan" yazıyordu, asrın liderimiz maç öncesinde ısınma hareketleri yaparken, sayın hükümetimizin bakanları tribünde bayrak salladılar, bayrağı en coşkulu şekilde dışişleri bakanı Abdullah Gül sallıyordu, sayın gurbetçi ahalimiz halı sahanın tribünlerini doldurmuştu, tezahüratla inletiyorlardı, sayın goygoycu medyamız tırışkadan halı saha maçına dünya kupası finali muamelesi yaptı, naklen yayınlayan televizyonlar bile oldu, "Avrupa Birliği'nde doksana taktık, Avrupa Birliği'nin golcüsüyüz" manşetleri döşendi, asrın liderimiz biri penaltıdan iki gol attı, yalaka köşe yazarlarımız "Avrupa Birliği'ni Tayyip Erdoğan sırtladı" diye yazdılar, "Avrupa'ya galibiyeti başbakanımız getirdi" diye yazdılar, "Avrupa Birliği'nin santraforuyla gurur duyduk" diye yazdılar.
Aynı yıl, 2006 yılının ramazan ayında, Almanya başbakanı Merkel geldi, asrın liderimiz iftara davet etti, iftar salonuna girerken Mozart'ın Türk Marşı'yla karşılandı, ezan okundu, hurmayla oruç açıldı, Avrupa Birliği'nin marşı olan Beethoven'ın 9'uncu senfonisiyle uğurlandı.
2009 yılında, dümeni aniden Nafta'ya kırdık, asrın liderimizin ABD başkanına teklifte bulunduğu, "gelin bizi Nafta'ya alın" dediği ortaya çıktı; ABD, Kanada ve Meksika arasındaki Kuzey Amerika serbest ticaret anlaşması'na Türkiye'nin katılmasını istemek, hem asrın liderimize mantıklı gelmişti, hem sayın medyamıza mantıklı gelmişti, "Nafta'ya kesin gireriz" manşetleri atıldı, "Nafta'ya girmemizi Avrupa Birliği kıskanıyor" diye yazanlar oldu.
2013 yılında, dümeni bu defa Asya'ya kırdık, asrın liderimiz Putin'e teklifte bulundu, "gelin bizi Şangay Beşlisi'ne alın, biz de Avrupa Birliği'ne Allahaısmarladık diyelim, oradan ayrılalım" dedi, sayın medyamız bunu da çok mantıklı buldu, "Şangay fatihi" manşetleri atıldı, "şimdi Avrupa Birliği düşünsün" diyenler oldu, "Avrupa bizi oyaladığına bin pişman oldu" yorumları yapıldı, "Şangay Beşlisi'ne girmemizi Avrupa Birliği kıskanıyor" diye yazanlar oldu.
Aynı yıl, 2013 yılı bitmeden, aynı asrın liderimiz Avrupa Birliği müjdesi verdi, "tarihi anlaşma imzaladık, milattır, bu attığımız imzayla Avrupa kapıları ardına kadar açılıyor, hamdolsun vizeler kalkıyor" dedi, "Türk vatandaşları üç sene içinde Avrupa'ya vizesiz seyahat edecek" dedi, daha üç gün önce "Şangay fatihi" manşetleri atan haysiyetsiz medyamız "Avrupa fatihi" manşetleri attı, "Avrupa Birliği zirvesine damgamızı vurduk, ne istediysek aldık" yorumları yazıldı.
Üç yıl geçti, 2016 yılı oldu, asrın liderimiz tarafından başbakan yapılan Ahmet Davutoğlu konuştu, Avrupa Birliği müjdesi verdi, "Kayserili pazarlığı yaptık, hamdolsun vizeler kalkıyor" dedi, "Türk vatandaşları üç sene içinde Avrupa'ya vizesiz seyahat edecek, ufkunuzu geniş tutun" dedi, hiç kimse çıkıp "birader, üç sene önce de aynı lafı söylememiş miydiniz" demedi, sayın medyamız üç sene önceki manşetlerini gene attı, "Avrupa Birliği zirvesine damgamızı vurduk, ne istediysek aldık" diye yazıldı.
Üç yılın üstüne üç yıl daha geçti, 2019 yılı oldu, vizesiz seyahat hayalleri kurduğumuz Avrupa Birliği resmen duyurdu, Türkiye'yle üyelik müzakerelerini askıya aldılar, sayın hükümetimiz hiç sesini çıkarmadı, sayın medyamız ölü balık taklidi yaptı, bu tarihi karar Türk halkına duyurulmadı.
Bir yıl sonra, 2020 yılı oldu, asrın liderimiz esti gürledi, "kimse kusura bakmasın, biz Avrupa Birliği'nin kapıkulu değiliz" dedi, "bunların içinde protestan var, ortodoks var, ateist var, ama hepsi katolik Vatikan'a gidiyor, niye gidiyor, çünkü bunlar tek millet, külahımıza anlatsınlar, bugünün hasta adamı Avrupa Birliği'dir" dedi,