Gazze

Sayın medyamız, Hamas-İsrail ateşkesi üzerinden hamas'et edebiyatına devam ediyor, asrın liderimize "kahramanlık" payesi çıkarmaya çalışıyorlar ama durum gerçekten böyle mi

Türkiye'nin ortanca yaşı 34 olduğu için, yani nüfusumuzun yarısı 34 yıl önce henüz dünyaya bile gelmemiş olduğu için, nasıl olsa "eski Türkiye"yi bilmiyorlardır diye, palavralar sıkmakta sakınca görmüyorlar.

Özellikle gençlerimiz için, hatırlatmak gerekiyor.

Nüfusu Müslüman ülkeler arasında, İsrail'i ilk tanıyan devlet, Türkiye'ydi.

Filistin devletini ilk tanıyan ülke, yine Türkiye'ydi.

Hayata daima Ankara penceresinden bakan yöneticileri sayesinde, ikisi arasında böylesine temas-mesafe dengesi kurabilen ender ülkelerden biriydi Türkiye.

1975 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü'nü Filistin halkının temsilcisi olarak resmen tanıdığımızda, başbakan Demirel'di.

1979 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Ankara'da temsilcilik açmasına onay verdiğimizde, başbakan Ecevit'ti.

ünkü... Biri sağdaydı, biri soldaydı, hemen her konuda zıt kutuplardı ama devlet söz konusu olduğunda, Türkiye'nin çıkarları söz konusu olduğunda, hayata daima Ankara penceresinden bakan liderlerdi.

1979 yılında, gene böyle bir ekim ayıydı, Yaser Arafat, başbakan Ecevit'in resmi davetlisi olarak Ankara'ya geldi. Bu ziyaret, Yaser Arafat'ın bir NATO ülkesine yaptığı ilk ziyaretti. Evet... Türkiye akılcı diplomasiyle İsrail-Filistin arasında öylesine bir denge kurmayı başarmıştı ki, Arafat'ı resmi konuk olarak ağırlayan tarihteki ilk NATO ülkesi olmuştuk. Hayata daima Ankara penceresinden bakarak, elbette Batı'nın yanında, Batı'yla ortak, ama Batı'dan bağımsız bir ülke konumundaydık.

1979 yılındaki bu tarihi ziyaret, Filistin açısından milattı, Gaziosmanpaşa'da Filistin Kurtuluş Örgütü temsilciliği törenle açıldı, Filistin bayrağı Arafat tarafından üç kez öpülerek göndere çekildi. O akşam, başbakanlık konutunda, Arafat onuruna, devlet başkanı sıfatıyla yemek verildi.

Bir yıl sonra, Türkiye'de darbe oldu, Ecevit ve Demirel gözaltına alındılar, bir ay kadar Gelibolu Hamzakoy'da tutuldular, sonra, siyaset yasağı ve yurtdışına çıkış yasağı konularak serbest bırakıldılar, gel gör ki, Ecevit cunta açısından uslu durmuyordu, sesini kesip bir kenarda oturmak yerine, Arayış dergisinde makaleler yazarak Kenan Evren'e muhalefet yapıyordu, şak, tutuklandı, Ankara kapalı cezaevine konuldu. İşte tam o zor günlerde... Yaser Arafat, bazı gazeteciler aracılığıyla Ecevit'e haber gönderdi, "kardeşim Ecevit'in emrindeyim, ne yapmamı istiyorsa hiç tereddütsüz yaparım, eğer isterse onu Türkiye dışına çıkarabilirim" dedi. Evet... Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat, eğer Ecevit isterse, kendisini cezaevinden kaçırmak için ne gerekiyorsa yapacağını söylüyordu. Ecevit elbette bu teklifi gülümseyerek reddetmişti ama, yıllar sonra, Ankara'nın nabzını en iyi tutan gazetecilerden Mehmet etingüleç'e, tarihe kaydetmek üzere anlatmıştı, Arafat'ın o zor günlerdeki dayanışma mesajı, Türkiye'yle Filistin arasındaki kardeşlik bağı'nın gücünü gösteriyordu.

Türkiye Cumhuriyeti'nin, Ecevit'in ve Demirel'in araladığı bu kapı, Filistin'in devletleşmesine, dünya çapında meşruiyetine giden yolu açtı. Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail tarafından resmi muhatap olarak kabul edildi. ABD başkanı Clinton döneminde Washington'da imzalanan anlaşmayla, Batı Şeria ve Gazze'deki Filistin devlet yapılanması, İsrail tarafından resmen tanındı. Bununla da kalmadı... Bu anlaşmadan bir yıl sonra, 1994 yılında, FKÖ lideri Yaser Arafat'a, İsrail başbakanı İzak Rabin ve İsrail dışişleri bakanı Şimon Peres'le birlikte, Nobel Barış Ödülü verildi.

1979 yılında Ankara'da temsilcilik açıldığında, henüz bir başka NATO ülkesine ayak basması bile yasak olan Yaser Arafat, "eski Türkiye" denilen Türkiye'nin denge gücü sayesinde, Ecevit ve Demirel sayesinde, sadece 15 yıl sonra, Batı'nın en prestijli ödülüne layık görülmüştü.

Arafat'ın Nobel Barış Ödülü kazanmasından hemen sonra, 1996 yılında, cumhurbaşkanı Demirel, İsrail'e gitti, İsrail'i ziyaret eden ilk cumhurbaşkanımız oldu. Mescid-i Aksa'yı ziyaret etti, Kubbetü's Sahre'de namaz kıldı, Atatürk Anıtı'nın açılışını yaptı, İsrail Parlamentosu'nda konuşma yaptı, barış/dostluk/güvenlik vurgusu yaptı.

Üç yıl sonra, 1999 yılında, bu defa İsrail, Filistin, Ürdün ve Mısır'ı kapsayan Orta Doğu turuna çıktı. Tarihte bir ilk yaşandı... Cumhurbaşkanımız Demirel'i taşıyan özel makam uçağına, Ben Gurion havalimanına inene kadar, Türk Hava Kuvvetleri'ne ait iki adet F4 savaş uçağımız eşlik etti. Tarihte örneği yoktu. ünkü, Türkiye-İsrail arasındaki askeri savunma iş birliği anlaşması çerçevesinde, İsrail hava sahasında Türk savaş uçakları uçuyordu.

Demirel, Ben Gurion havalimanında İsrail cumhurbaşkanı Weizman tarafından resmi törenle karşılandı. Bu da sürprizdi. ünkü, İsrail devlet protokolü gereğince konuk devlet başkanları Kudüs'te resmi törenle karşılanırken, Demirel için ayrıcalık tanınmıştı, Tel Aviv'deki Ben Gurion havalimanında tören kıtasıyla karşılanmıştı. Üç ay önce İsrail'e gelen ABD başkanı Clinton'ı bile karşılamaya gitmeyen İsrail cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhurbaşkanı'nı uçağın kapısında bekleyerek, Türkiye'ye verdikleri önemin altını çizmişti.

Türkiye cumhurbaşkanıyla İsrail cumhurbaşkanı arasındaki resmi temasların iki çok önemli gündem maddesi vardı, birincisi, Türkiye-İsrail arasındaki ticaret hacmini büyütmekti, ikincisi, terörle mücadeleydi, örgüt ismi verilerek, "Hamas ve Hizbullah'la ortak mücadele" vurgusu yapılmıştı.

Demirel, Türkiye'den İsrail'e göç etmiş Museviler tarafından Tel Aviv'le Hayfa arasındaki bir dağa kurulan Atatürk Ormanı'na ağaç dikti, karayoluyla Gazze'ye geçip Yaser Arafat'la buluşmadan önce, bir önceki ziyaretinde yaptığı gibi yine, Mescid-i Aksa'ya gitti, Mescid-i Aksa'ya özel olarak dokutulan bin metrekarelik halı armağan etti, bu defa beraberindeki heyette diyanet işleri başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz da vardı, geçen ziyarette olduğu gibi yine Kubbetü's Sahre'de namaz kıldılar. Ancak... Bu defa tatsız bir durum yaşandı. 15 kişilik bir grup, sloganlar atarak, Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanının üstüne yürüdü, "halifeliği yıktınız din düşmanları" diye bağırdılar, "hangi yüzle Müslüman topraklara geliyorsunuz" diye bağırdılar, "güya Abdülhamid'in torunusunuz, Yahudi işgali altındaki camiye utanmadan nasıl geliyorsunuz" diye bağırdılar, "Müslümanların hainisiniz" diye bağırdılar, Türk koruma ekibi derhal müdahale etti, cumhurbaşkanımız Demirel soğukkanlılığını kaybetmeden camiden ayrıldı.

Türkiye cumhurbaşkanına "hain" diye bağıranlar, Hamaslıydı.

(Makarayı az geri saralım... Kurtuluş Savaşımız sırasında, padişah Vahdettin'in şeyhülislamı, Mustafa Sabri'ydi. Kuvayı Milliye'den nefret ediyordu, Mustafa Kemal hakkındaki idam fetvasını, işte bu vatan haini hazırlamıştı. İngiliz kuklasıydı, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin kurucularındandı, İslam Teali Cemiyeti'nin kurucularındandı, "Mustafa Kemal ve Ankara hükümeti kahpedir" diyordu, "Yunan ordusu halifenin ordusudur" diyordu.

Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanınca, bu haysiyetsiz yobaz, İngiliz gemisiyle yurt dışına kaçtı, Yunanistan'a sığındı, Atina'da gazete çıkardı, "Allah'ın huzurunda Türklükten istifa ediyorum, tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme" diye makale yazdı, "elimden gelse bütün Türkleri Arap yaparım" diye yazdı. Yunanistan bu şerefsize tahammül edemedi, kovdu, bu şerefsiz önce Suudi Arabistan'a geçti, en son Mısır'a yerleşti.

1923 yılı oldu, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. 1924'te hilafet kaldırıldı. 1926'da Mekke'de, uluslararası İslam Kongresi toplandı. Türkiye Cumhuriyeti de katıldı. Nüfusu Müslüman olan ülkelerin tamamı temsil ediliyordu, hilafet makamının geleceği konuşuldu, neticede, artık böyle bir makama gerek yok diye karar verdiler, dağıldılar.

Ama... İngiliz istihbaratı böyle düşünmüyordu. Hilafet makamı, Yavuz Sultan Selim tarafından Kahire'den alınıp, İstanbul'a getirilmişti, gene Kahire'ye taşımak için fıştıklamalar başladı. 1928 yılı, şak... İhvan icat edildi. Müslüman Kardeşler örgütü kuruldu. Gayet netti... Müslüman Kardeşler denilen örgüt, Türkiye'de hilafeti kaldıran Atatürk Devrimi'ne karşı, Kuvayı Milliye'ye karşı, bizatihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı kurulmuştu.

Bu Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hasan el Benna'ydı, örgütünün kongresinde bunu açıkça dile getiriyordu, "hilafeti biz sembolize ediyoruz" diyordu, Türkiye'de hilafetin kaldırılmasından söz ederken gözyaşlarını tutamıyordu, mendiliyle gözlerini sile sile ağlıyordu, Türkiye'ye karşı böyle bir nefret iklimi oluşturuyordu.

Türkiye Cumhuriyeti'yle karşı cephede yer alan bu Müslüman Kardeşler örgütünün kuruluşunda en büyük destekçilerinden biri kimdi Elbette vatan haini Mustafa Sabri'ydi... Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hasan el Benna'nın yardımcılarından biriydi. İstanbul'la Kahire arasında mekik dokuyan talebeleri aracılığıyla, Müslüman Kardeşler örgütünün Türkiye'ye taşınmasında "köprü vazifesi" gördü.)

(Müslüman Kardeşler örgütü, ufak ufak ihraç edilmeye başlandı... 1987 yılında şeyh Ahmed Yasin tarafından Gazze'de kurulan Hamas, Mısır'daki Müslüman Kardeşler örgütünün uzantısıydı.

Kimdi bu şeyh Ahmet Yasin

Henüz 12 yaşındayken omuriliği zedelenmiş, boynundan aşağısı felç kalmıştı, çocukluğundan beri tekerlekli sandalyeye mahkum yaşıyordu, mülteci kamplarında büyümüştü, çok zekiydi, çok iyi öğrenciydi, liseyi bitirir bitirmez Mısır'a gidip, El Ezher Üniversitesi'ne yazılmıştı, sosyoloji ve ekonomi okumuştu, El Ezher'deyken Müslüman Kardeşler örgütüne katılmıştı, zihninin ideolojik temelleri bu örgüt tarafından atılmıştı. Üniversiteden sonra Gazze'ye dönmüş, önce Müslüman Kardeşler'in Filistin kolunu kurmuş, hemen ardından da, Hamas'ı kurmuştu. Yani aslında Hamas'ın ideolojik kökeni, tıpkı Muslüman Kardeşler gibi, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine inşa edilmişti.)

(Sayın ahalimiz Filistin'in hepsini aynı Filistin zannediyor ama, Hamas aslında bizzat Arafat'ı yok etmek için, Arafat'ın karşısına dikilmek için kurulmuştu. Müslüman Kardeşler'in köktendinci ideolojisiyle, Filistin davasının yerine Hamas'ı monte etmeye çalışıyorlardı. Yaser Arafat'ın El Fetih'i laikti, Hamas şeriatçıydı... Hamas, İsrail'den önce El Fetih'e silah çekti, Hamas'la El Fetih arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı, Filistin bu Hamas yüzünden tarihte ilk defa, hem coğrafi olarak, hem ruhen ikiye bölünmüştü.)

(Hamas, ortak düşman İsrail vesilesiyle, İran tarafından da destekleniyordu. Tahran yönetimi, silah, roket ve para vermekle kalmayıp, Hamas'a askeri eğitim veriyordu, İsrail'e yönelik operasyonlarda taktik danışmanlık yapıyordu, Lübnan'daki Hizbullah'la ortak hareket etmelerini sağlıyordu.)

(Türkiye cumhurbaşkanı Demirel'e Mescid-i Aksa'da "halifeliği yıktınız din düşmanları" diye bağıranlar, işte bunlardı, Mısır'daki şeriatçı Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin uzantısıydı, Hamaslılardı.)

Demirel soğukkanlılığını kaybetmeden camiden ayrıldı, karayoluyla Gazze'ye geçti, Yaser Arafat'la buluştu, kucaklaştılar, ikisi birden, mavi kubbeli Şeyh Ajlin Camisi'nde saf tuttular, cuma namazını birlikte kıldılar... Cumhurbaşkanı Demirel, Gazze'de namaz kılan son devlet adamımızdı.

2003 yılına kadar böyleydi.

2003 yılına kadar, hayata Ankara penceresinden bakan devlet adamlarımız sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin Filistin vizyonu tamamen Yaser Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü'ydü.

İsrail'le Filistin arasında denge kurabilen ender ülkelerden biriydi, Türkiye... Bu denge sayesinde Filistin halkına katkı sağlayabiliyorduk.