Altay tankı

1950 yılıydı.

Kore Savaşı başladı.

Sovyetler Birliği ve in, Kuzey Kore'ye destek verirken, ABD önderliğindeki NATO ülkeleri Güney Kore'nin yanında yer aldı, Türkiye o tarihte henüz NATO üyesi değildi, NATO'ya katılabilmek için büyük bir fedakarlıkta bulunduk, Türk tugayı Kore'ye gitti, Güney Kore'nin özgürlüğü için çarpıştık.

ABD, İngiltere ve Kanada'nın ardından en çok asker gönderen dördüncü ülkeydik, toplam 21 bin 212 kahramanımızla, üç yıl boyunca orada savaştık, 900'den fazla şehit verdik, ABD ve İngiltere'den sonra en fazla şehit veren ülke olduk, 462 evladımız Busan şehrindeki Birleşmiş Milletler Anıtsal Mezarlığı'na defnedildi, Türk tugayının görev yaptığı en kanlı çarpışmalar Kuzey Kore topraklarında -Kunuri'de- kaldığı için, şehitlerimizin yarısından fazlası oralarda kaldı, maalesef naaşları bulunamadı, vurulan, gözünü, bacağını kaybeden, iki binden fazla gazimiz vardı.

1953 yılında savaş sona erdiğinde, Güney Kore kelimenin tam manasıyla enkazdı, bir milyondan fazla Güney Koreli hayatını kaybetmişti, kişi başına düşen milli gelir 50 doların altındaydı, Afrika'nın bile gerisinde, dünyanın en fakir ülkelerinden biri konumundaydı, inanılması gerçekten güçtür ama, oturacak ev bile kalmamıştı, tenekeden kulübelerde yaşıyorlardı.

Aynı tarihte, Türkiye'de kişi başına düşen milli gelir 250 doları geçmişti.

Aynı tarihte, Güney Kore'nin nüfusu 19 milyondu, Türkiye'nin nüfusu 21 milyondu, üç aşağı beş yukarı aynı ebatta bir ülkeydik ama, Türkiye ekonomisi Güney Kore'den net olarak beş misli büyüktü.

1960 yılına gelindiğinde, Güney Kore'nin nüfusu 26 milyon olmuştu, Türkiye nüfusu 27 milyon olmuştu, Güney Kore hâlâ 60-70 dolar civarında sürünüyordu, Türkiye'de kişi başına düşen milli gelir ise 350 dolara ulaşmıştı, Türkiye ekonomisi Güney Kore'yi altıya katlıyordu.

1967 yılına gelindiğinde, nüfuslarımız eşitlenmişti, 30'ar milyon olmuştuk, Güney Kore'de kişi başına düşen milli gelir anca 100 dolara gelebilmişti, Türkiye ise 800 doları yakalamıştı, Güney Kore'den sekiz kat büyüktük.

İşte o 1967 yılında, Türkiye'de ilk kez otomobil üretildi, Anadol... Elbette, mühendislik açısından ilk Türk otomobili 1961 yılındaki Devrim'di ama, test aşamasında kalmıştı, Anadol ise Koç grubu tarafından, Otosan tarafından seri üretimle piyasaya sunulan ilk Türk otomobili olmuştu.

Adı üstünde, Anadolu kelimesinden markalaşmıştı, amblemi de stilize edilmiş geyik figürüydü.

Yıllardır süregelen sistematik propaganda faaliyetleriyle Türk milletine unutturdular ama geyik, Türk kültüründe kurt'tan bile önemlidir, Türk destanlarında dişidir, bazen anadır, bazen tanrıçadır. Orta Asya sanatında mesela, yarı insan/yarı geyik tasvirler vardır. Halılarımızda, kilimlerimizde motiftir, özellikle eski halılarımıza biraz dikkatli bakan herkes görür. Geyiğin kültürel unsur olarak kullanıldığı ilk medeniyetlerden biri, Anadolu topraklarının medeniyeti, Hititler'di, tee 1935 yılında Alacahöyük'ten çıkarılan ve başkentimiz Ankara'nın sembolü yapılan Hitit Güneş Kursu'nda geyik vardır. Dedim ya, sistematik propaganda faaliyetleriyle Türk milleti kendi benliğinden o kadar uzaklaştırıldı ki, başkentimizin sembolünün neden geyik olduğu bile gözden kaçırılır hale geldi. Anadol'un piyasaya çıktığı aynı yıl, 1967 yılında açılan Hacettepe Üniversitesi'nin logosu mesela, tıpkı Anadol'un ambleminde olduğu gibi, stilize edilmiş geyiktir. Türk mitolojisinin, Türk folklorünün en önemli figürlerinden biridir, insanlara yol gösterendir, rehberdir, bilgedir, Orhun Kitabeleri'nde işte bu yüzden geyik motifleri vardır. Sanatımızda vardır, mimarimizde vardır, bin yıl önce Selçuklular tarafından yaptırılan Diyarbakır'daki Ulu Cami'ye dikkatlice bakın lütfen, sütunlarında geyik figürleri görürsünüz, taş işçiliğimizin, çini sanatımızın en önemli unsurlarından biridir.

Anadolu'nun bağrından, Ankara'dan yola çıkan ve Türk sanayiinin öncüsü olan Vehbi Koç, işte bu binlerce yıldır akıp gelen kültürel simgemizi, Anadol'un amblemi yapmıştı.

Anadol'un motoru Ford'tan temin edilmişti, Cortina modelinin motoruydu.

İşte aynı 1967 yılında, Güney Kore'de de ilk kez otomobil üretildi, Hyundai... Türkçesi "çağdaş" anlamına geliyordu. Adeta tesadüfün sözlük anlamıydı, çünkü Anadol'la aynı yıl trafiğe çıkan Hyundai, birbirlerinin çağdaşıydı.

Hyundai'nin motoru da Ford'tu, tıpkı Anadol gibi, Cortina motoruydu.

Anadol'un karoseri fiberglastı, ucuza üretilsin ucuza satılabilsin diye bu malzeme tercih edilmişti, gel gör ki, cam elyaf içindeki lifler saman'a benzetiliyordu, sermaye düşmanlığıyla cehalet birleşmişti, Anadol'a "saman araba" deniyordu, aşağılamak için "inekler yiyor" diye şehir efsanesi bile uydurulmuştu. Eşzamanlı olarak enteresan ötesi bir benzerlik, Güney Kore'de de yaşanıyordu, Hyundai için de karalama kampanyası yürütülüyordu, "güneşte bırakılırsa, kaportası sıcaktan eriyor" deniyordu.

Sonra

Sonrası maalesef, Anadol'un aleyhine gelişti.

Cumhuriyet'in kurucu idealleriyle alakası olmayan, dünyaya entegre olamayan liyakatsiz politikacılar, milliyetçi/muhafazakar maskesi takan mandacılar, sosyal demokrat pozlarına bürünen sömürge solcuları ve şahsi çıkarından başka hiçbir ulusal değeri önemsemeyen aparat gazeteciler, Türkiye'nin her yönüyle çok kötü yönetilmesine sebep oldular, Türkiye'yi vasatın altına sürüklediler, emekleme aşamasındaki otomotiv sanayiini mesela, teşvik edeceklerine, önünü açacaklarına, takoz koydular.

Güney Kore ise aynı dönemde, eşzamanlı olarak, başkent Seul'ün ortasından geçerek ülkeye hayat veren Han Nehri'nden ilham alıp, "Han Nehri Mucizesi" denilen atılımlara başladılar, saçma sapan politikacılardan kurtulup, liyakatli insanları ülke yönetimine getirmeyi başardılar, devletin kıt kaynaklarını seferber edip, ithalata son vermek için, yüzde yüz Kore malı üretmek için, otomotiv sanayii teşvik planını devreye soktular.

Dört yıl gibi çok çok kısa sürede, Güney Kore'yi Hyundai sayesinde, Japonya'dan sonra Asya'nın ikinci bağımsız üreticisi haline getirdiler.

Akıl'ı, bilimi, liyakatı, ulusal şuur'u tercih eden Güney Kore'ye, kader de yardım etti... 1973'te Arap-İsrail savaşı patlayınca, petrol fiyatları da patladı, petrolün varili 4 dolardan 12 dolara fırladı, su gibi benzin tüketen bol silindirli Amerikan otomobilleri yerine, benzini adeta koklayarak tüketen Japon ve Güney Kore otomobilleri kıymete bindi. Yüzde yüz yerli malı Hyundai işte tam o dönemde dünyaya açıldı, önce Demir Perde ülkelerine, hemen ardından Latin Amerika pazarına girdi, otomobil yetiştiremez hale geldi, demeye kalmadı Kanada'ya, demeye kalmadı Avustralya'ya, oradan adım adım Avrupa'ya daldı, neticede yıktı geçti, ABD'yi bile fethetti.

Anadol tarihten silindi, müzede sergileniyor.

Hyundai, dünyanın en büyük üçüncü otomobil üreticisi oldu, yılda 4 milyondan fazla otomobil üretiyor, 2024'te mesela 4 milyon 150 bin otomobil üretti, 193 ülkede satılıyor, ABD dahil, Türkiye dahil, 30 ülkede fabrikası var, sırf Güney Kore'deki fabrikalarında 130 bin kişi çalışıyor.