Milli mücadelemizi kazandıktan sonra, Lozan'da, Leman Gölü kıyısındaki Rumine Sarayı'nda oturduk masaya... Kayıtsız şartsız bağımsızlık hakkımızı, denize döktüğümüz emperyalizme kabul ettirerek, Lozan Antlaşması'nı imzaladık, "memleketin tapusu"nu aldık. Bu imzayı atan dışişleri bakanımız İsmet İnönü yurda döner dönmez TBMM kürsüsüne çıktı, tarihi bir konuşma yaptı, "bu antlaşma açıkça ifade etmektedir ki, birlik ve bütünlük içinde bir vatanımız var, ve bu vatanın adı Türkiye'dir" dedi... Mustafa Kemal de, altını özellikle çizdi, "Lozan Antlaşması'yla Sevr suikastı sonuçsuz kaldı" dedi.
Aradan 85 yıl geçti, 2008 yılı oldu, İsviçre Konfederasyonu Başkanı, Ankara'ya resmi ziyaret yaptı. İsviçre'den Türkiye'ye gelen tarihteki ilk devlet başkanıydı. Zarif bir devlet adamı olarak "giderken eli boş gitmeyeyim" diye düşündü, ne götürsem diye düşündü taşındı, iki devlet arasındaki anlamı en büyük kavramdan bir hatıra hazırlattı, Lozan Antlaşması'nın üzerinde imzalandığı masayı getirdi, o sırada cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'e hediye etti.
Dedim ya, zarif bir Avrupalı olarak aklınca jest yapmıştı, Suudi kralı gibi, Katar emiri gibi yükte hafif pahada ağır bi şeyler getireceğine, "manevi değeri var" zannettiği masayı getirmişti. Antlaşmaya ev sahipliği yapan Rumine Sarayı'nda 85 yıldır özenle korudukları, Türkiye'nin tapusunun, Cumhuriyet'in nüfus kağıdının imzalandığı o tarihi masanın, bizim açımızdan çok önemli olduğunu düşünmüştü.
Adamcağız maalesef şoke oldu!
Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı adeta yüzünü ekşiterek, bu manevi değeri eşsiz hediyeyi hiç beğenmediğini belli etti... Neyse ki "böyle hediye mi olur, al geri götür bunu" demedi, lütfedip kabul etti.
Depoya koydurttu!
Evet... O zamanlar henüz 1.150 küsur odalı saray yaptırılmamıştı, Abdullah Gül cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü'nü kullanıyordu, alt tarafı yemek masası ebatlarında olan Lozan Antlaşması masasına 438 dönümlük Çankaya Köşkü'nde yer bulunamadı, sığmıyor denildi, köşkün deposuna kaldırıldı.
2008 yılında henüz medyamız bu kadar haysiyetsiz değildi, tek tük de olsa objektif yayın yapan televizyonlarımız vardı, "ayıp be kardeşim" şeklinde haberler yapıldı, bunun üzerine, cumhurbaşkanlığından yüreklere su serpen bir açıklama yapıldı, "kimse merak etmesin" denildi, "yer ayarlanıyor, masayı hak ettiği yere yerleştireceğiz" denildi.
Az biraz geçti, beklendi... Bakıyoruz, masa yok, soruyoruz, masa gene yok, hadi bakalım bu defa "masa nerede" diye haberler yapıldı. Ara tara, masa nerede bulundu biliyor musunuz, Çankaya Köşkü'nün deposunda bile değildi, "yer ayarlanıyor, hak ettiği yere yerleştireceğiz" filan denilerek, mandal karşılığında hurdacıya verilen işe yaramaz eski püskü eşyaymış gibi, götürüp Resim Heykel Müzesi'nin deposuna koydukları anlaşıldı.
Bu kepazelik ortaya çıkınca, dedim ya medya henüz bu seviyede imha edilmemişti, Cumhuriyet karşıtlığı üzerine, karşı devrim üzerine makaleler kaleme alındı, o sırada kültür bakanı Ertuğrul Günay'dı, Cumhuriyet Halk Partisi kökenli bir AKP'li olarak dayanamadı, o devreye girdi, cumhurbaşkanlığının depoya attığı Lozan masasını bulup çıkarttı, Birinci Meclis'e taşıdı, şu anda orada sergileniyor.
(PKK'nın sözde fesih bildirgesinde yer alan "Lozan Antlaşması'na karşı silahlı mücadele başlattık" cümlesini, bu yaşanmış öyküyle birlikte okumakta fayda var. Lozan Antlaşması'ndan adeta tiksinenler, sadece onlar değil.)
(Türk milleti, PKK'nın kuruluş amaçlarından birinin Lozan Antlaşması'nı ortadan kaldırmak olduğunu ilk kez bu kadar somut şekilde görmüş oldu. Halbuki... Özellikle Diyarbakır'da her yıl, Lozan Antlaşması'nın yıldönümünde, Sevr Antlaşması'nı savunan konferanslar düzenleniyor, sözde tarihçilerle Lozan karalanırken, Sevr güzellemeleri yapılıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni adeta soykırımla suçlayan bu konferanslar, hem Barzani'nin Rudaw televizyonunda, hem de Avrupa'dan yayın yapan PKK televizyonlarında şakır şakır yayınlanıyor, sayın medyamız üstünü örttüğü için Türk milletinin bunlardan haberi olmuyor.)