Artık başka bir açıklamasını bulmak zor; Türkiye'nin sorunlarına aşık olmak bu.
Bazıları ülkenin bölünme tehdidine, bazıları emperyalizmin kirli oyunlarına, bazıları dünyada Türkiye'den başka kimsenin üzerine konuşmadığı, birkaç aylık bir ömrü olmuş BOP projesine,
bazıları da mazlum Kürtlerin sorunlarına ve onların hamisi olmaya aşık olmuş.
Bütün fikri müktesebatları bu sorunlar etrafında oluşmuş, bütün siyasi sermayelerini bu sorunlara yatırmışlar, bütün itibarlarını Türkiye'nin sorunlarına borçlular.
O sorunların olmadığı bir dünyayı tahayyül edemiyor, orada ne yapacaklarını bilemiyor, o yüzden o sorunların sonsuza kadar süreceğini düşünüyorlar ve hatta bazıları bunu diliyor.
Somut, elle tutulur gelişmeleri, haberleri, adımları görmezden gelip ayrıntılara, çıkan pürüzlere tutunuyorlar, bu uğurda yalan söylemekten, yanlış bilgiler yaymaktan da çekinmiyorlar.
Son örnek Milli Birlik, Dayanışma ve Demokrasi Komisyonu'nun son toplantısı etrafında koparılan fırtına oldu.
TBMM tarihinde 1920-2025 arası 290'a yakın gizli oturum yapıldı. Hatta bunun için Meclis'te sağır-dilsiz kavas kadrosu bile var.
Gizli oturum, halktan bilgi saklamak anlamına gelmez. Tam tersine devletin elindeki bilgileri Meclis'le paylaşması şeffaflıktır. Milletvekilleri zaten halkı temsilen ordalar.
Bazı güvenlik ve istihbarı bilgiler dünyanın her yerinde gizlidir. Bu bilgilere vekillerin doğrudan ulaşabilmesi, MİT Başkanı'na, Milli Savunma Bakanı'na soru sorabilmesi demokrasinin gereğidir.
Ayrıca bu gizlilik bilgilendirmenin kalitesini artırır, vekiller böylece medyada, kamuoyunda dönen, herkesin bildiği lafları değil, sansürsüz, yeni bilgiler duyabilirler.
Zaten tam da bu yüzden komisyon üyeleri oybirliğiyle bu oturum için bunu istediler.
Ama sanki komisyon bütün toplantıları için gizlilik kararı almış gibi haberler yapıldı. Gerçeğini bilenler, uzaktan takip edenleri kandırdı. Hala daha sanki komisyonun bütün toplantıları gizli olacakmış gibi yorumlar yapılıyor.
Çözüm sürecini soldan eleştirenler, komisyondaki sol partileri MİT'ten gizli almakla ve bunu halktan gizlemekle suçluyorlar.
Çünkü onların dünyasında MİT baştan kötü, bir solcunun görevi de MİT'ten bilgi almak değil, onun kirli planlarını deşifre etmek.
Böyle düşünenlerin parti kurup seçimlere girmesinin sebebini anlamak çok kolay değil.
Ulusalcı cepheden eleştirenler PKK'nın bildiği halktan neden saklanıyor gibi tezlerle ajitasyon yapıyorlar.
PKK'nın silah bırakması üzerine bir süreçle ilgili PKK'nın bilmediği, MİT Başkanı'nın Meclis sunumundan öğreneceği ne olabilir acaba diye düşünmüyorlar.
MİT Başkanı'nın sürecin serencamı ve bundan sonrası için anlattıklarını PKK bilmese nasıl hayata geçecek bu süreç
Bütün bu itirazların arkasındaki esas tehlikeli fikir ise şu; 13 partiden 48 üyenin olduğu bir komisyonun ülkenin aleyhine kararlar alabileceğini, halktan bu yüzden bilgi saklandığına inanmaları.
Türkiye'de iktidar sahiplerinin ülkeyi bölme planlarının bir parçası olduğuna bir kere inanınca her şeye inanmak mümkün.
Eğer siz ülkeyi yönetenlerin Türkiye'yi böleceğini düşünüyorsanız sizi kim tutabilir
Ve bu yeni bir evham da değil.
İlk kim kime bölücü dedi bilinmiyor. İttihatçılar, adem-i merkeziyeti savunduğu için Prens Sabahattin'e bölücü demişlerdi. 1908'den sonraki Meclis'te Ahmet Rıza Bey de Arnavut mebusları bölücülük yapmamaları için uyarmıştı. Nutuk'ta Atatürk İstiklal Savaşı'nın komutanlarından Kazım Karabekir'i, partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın verdiği vaatlerle Doğu isyanlarını örgütlemek ve kışkırtmakla suçlamıştı.
İnönü, Dersim Katliamı sırasında başbakan olan İttihatçı Bayar'a bile Demokrat Parti için izin verirken ülkeyi bölüp bölmeyeceğinden endişeliydi. İleri sürdüğü şartlardan biri; DP'nin şark vilayetlerinde teşkilat kurmamasıydı.
O şarta uymayıp Kürt ağaları, kanaat önderlerini vekil yapan Menderes'i de muhalifleri bölücülükle suçladılar.
70'lerde de birbirini bölücülükle suçlamayan kalmamıştı. 1975'te "Bu delikanlı ateşle oynuyor, boyundan büyük işler yapıyor. CHP'liler ülkede bölücülük yapıyor" diyen Türkeş'in hedefinde "Kıbrıs Fatihi" Ecevit vardı.
Aynı Ecevit 1979'da Başbakan olarak Hakkâri'deki mitingde"Cumhuriyetin bölgeye hizmet getirmediğini" söyleyince bu kez onu Demirel bölücü ilan etmişti "Hükümetin başı Hakkâri'de bölücülüğe yeni bir bölücülük eklemiştir. Mıntıkanın ahalisine Türk devletini şikâyet etmekte, bundan medet ummaktadır."
Aynı "Bölücü" Ecevit, birkaç ay sonra, bakanı Şerafettin Elçi'nin Kürtlüğünü ilan etmesinden hemen sonra, MGK'da altı doğu ilinde "bölücülük" tehlikesi yüzünden sıkıyönetim ilan edildiğini açıkladı.
1991'de SHP'nin HEP'le seçim ittifakına en ateşli karşı çıkan da bu kez DSP'nin lideri olan o "bölücü" Ecevit'ten başkası değildi. Bölücülük sopasını kullanma sırası ona gelmişti. SHP'yi bölücüleri Meclis'e taşımakla suçladı.
Demirel'in sırası 1991'de Diyarbakır'da Kürt realitesini tanıyınca geldi.
Demirel'in bölücülüğü de kısa sürdü. 1992'de Özal GAP Tv'de Kürtçe yayın önerince ilk ayağa kalkan, Başbakan olan Demirel oldu. En yakın adamı Cavit Çağlar, Özal'ı "Ülkenin altını dinamitlemekle, ülkeyi uçuruma götürmekle" bile suçladı, Özal ihanetle suçlanıp Yüce Divan'a götürülmeye çalışıldı.
Gazeteler konuşan Türkeş, Muhsin Batur, GAP Tv ile ülkenin adım adım bölüneceğini söyledi. Özal'a kızanlardan biri de ANAP'ı bıraktığı Mesut Yılmaz'dı.
Gelenek değişmedi. 1993'te başbakanlık koltuğuna oturan Tansu Çiller Kürt sorununa çözüm için Bask Modeli'ni önerince kıyamet koptu. Cumhurbaşkanı Demirel "Çözümü İspanya'da arama"diye sert çıktı. Ecevit, pazarlıklara dikkat çekti, MHP sözcüleri içinde bolca "ihanet, bölücülük, tehlike" geçen sözlerle Çiller'i suçladılar.