Türkiye'de mutlu, huzurlu, başarılı olabilme sanatı

"Dünyayı, hayatı ve kendini sevmenin yolları"

"Çağdaş dünyada bireyin direnmesi ve yücelmesi için"

"Yaşam mimarisinin moral yapıtları"

"Mutluluk dürbününden hayata bakmak"

"Başarı ve mutluluk arayanlara başucu el kitabı"

"Gazetelerin başlıklarını gözden geçirirken, Özer'in yazılarını okumadan keser, akşam rahat ve Mozart fonlu bir ortamda zevkine vararak okur, bazı yerlerinin altını çizer, ertesi gün beş on fotokopi yapıp aileme ve bazı yakın dostlarıma dağıtır, onların da Özer'in mutluluk dürbününden hayata bakmalarına yardımcı olurum. Bir bakıma, zevkli bir eğitim metodu..."

Anlaşılabileceği üzere bu cümleler bir kitap tanıtım kapağından.

Benzer motivasyon ve başarı kitapları için epey erken bir tarihte 1989'da yazılmış kitabın adı: Mutlu ve Başarılı Olma Sanatı.

Kitapla ilgili bu övgü dolu cümleler İshak Alaton, İsmail Cem, Bedrettin Dalan, Nejat Eczacıbaşı, Acar Baltaş, Nazlı Ilıcak ve Güneri Civaoğlu ünlü isimlere ait.

Bestseller olmuş, gazetelere ilanlar verilmiş, imza günleri yapılmış kitabın yazarı olan "Özer"i İstanbul elitleri dışında Türkiye'nin tanımasına ise henüz birkaç yıl var.

Bu motivasyon kitabının yazarı Türkiye'nin ilk ve şimdilik son "first gentelman"ı Özer Uçuran Çiller'di.

Henüz eşinin soyadı dışında, "kızlık" soyadını kullanma kanunun çıkmasına çok var.

Ama zaten burada "erkeklik" soyadını eşinin soyadıyla birlikte kullanan biri var karşımızda.

Özer Uçaran, Çiller soyadını eşinden almış ilk erkeklerden biri olabilir.

Verdiği röportajlarda bunu neden yaptığını büyük bir özgüvenle şöyle anlatmıştı:

"Galiba Türkiye'de mahkemeye başvurup karısının soyadını alan bir tek ben varım. Soyadım Uçuran, farkındaysan öyle süper bir soyad değil, vazgeçmem zor olmadı..."

Uçuran soyadı ise gerçekten de bir uçurma vakasından geliyordu:

"Babamın babası Mudanya'da urgancı. Genç yaşta ölüyor. Babam da rahmetli babasından kalan ne varsa satıyor, gidip bir Dodge araba alıyor. Mudanya-Bursa arasında insan taşıyor. Şoför yani. Sonra bir gün Kirazlı Yayla vardır Uludağ'da, oraya çıkıyorlar, yiyorlar, içiyorlar, dönüşte de araba artık nasıl oluyorsa şarampole uçuyor. Tabii babamın bütün mal varlığı orada haşat oluyor, ona geriyi bir lakap kalıyor: Uçuran. Arabayı uçurdu ya, Uçuran aşağı, Uçuran yukarı..."

Mudanyalı minibüs şoförünün oğlunun yolu İstanbul'a nasıl düşmüştü peki:

"Mustafa İpekçi, Bursa'nın varlıklı ailelerinden birinin oğlu. Onun yanına şoför olarak giriyor babam. Hatta onun peşinden İstanbul'a taşınıyor. İpekçiler, Valikonağı'nda büyük bir evde yaşıyorlar, biz de ailecek onların evinin yanındaki müştemilatta kalıyoruz. Ben o evde doğuyorum. Çok fakirdik tabii. Bir de soyadım Uçuran. "Özeeeer, neyi uçuruyorsun" derlerdi. Ezik bir çocuktum. Önce Saint Joseph sonra Robert Kolej. Zengin çocuklarının okuluna gittim ama o okullara girmiş, gelmiş geçmiş en fakir öğrenci belki de bendim. Bu kadar iyi eğitim almamın sebebi de Mustafa İpekçi'nin büyük kızı. Dame de Sion'da okuyor, zorla beni Saint Joseph'e yazdırıyor. İyi ki de öyle yapmış. Görüntü aldatıcı olabiliyor. Robert Kolej'de sabaha kadar telefon operatörlüğü yapıyordum ve yemekhanede garsonluk. Başka türlü yemek paramı çıkaramıyordum. Babam, şarampole yuvarlandığı için bu soyadı almış" demeye utandığımdan, babamı topçu subayı yaptım. "Soyadın neden böyle" diyene oracıkta topçu subayı Ramiz Uçuran'la ilgili bir hikaye yazıveriyordum."

Sonra oğlunun mesleğinden ve soyadından utandığı baba Ramiz Uçuran şoförlükten bakkallığa geçer.

Caddebostan Plaj Gazinosu'nun karşısında Ar Bakkaliyesi'ni açar.

"Sonra şoförlüğü bıraktı babam, Adil isminde bir arkadaşıyla Caddebostan'da bakkal açtı. Adil ve Ramiz'in baş harfleri Ar Bakkaliyesi. Ben de bakkal çıraklığına terfi ettim. Sürekli sipariş alıyorum, elimde fileler koşturup duruyorum, bir de ekstradan yazları karpuz ve dondurma satıyorum. O da ne, ellerinde tenis raketleriyle zengin arkadaşlarım geliyor! Beni görmesinler diye kafamı gizliyorum.."

Ama bu zor şartlardan sınıf atlamaya devam eder Özer Uçuran.

Önce Saint Joseph'i bitirir. Sonra henüz adı Boğaziçi Üniversitesi olmayan Robert Kolej'de mühendislik okur.

Ve bu sırada Robert Kolej'in kız okulu Arnavutköy Kız Koleji'nde okuyan Tansu Çiller ile evlenir.

Tansu Çiller, gazeteci ve bürokrat Hüseyin Necati Çiller'in kızıdır. Selanik ve Filibe göçmeni Milaslı bir ailedir Çillerler. Mülkiye mezunu Hüseyin Necati, 1920'lerde Ankara'da Cumhuriyet kurulurken Ahmet Emin (Yalman) ve Asım Us tarafından çıkarılan Vakit Gazetesi'nin Ankara temsilciliği yapmıştır.

Yaptığı haberler yüzünden milletvekilinden dayak yemesi üzerine gazetecilerin haber boykotu başlatmış, Rüştü Karakaşzade ile yaptığı röportajla Sabataycılık tartışmalarını alevlendirmiş, hareketli bir hayatı olan bir gazetecidir.

Sonra tek parti iktidarı sırasında devrin başka gazetecileri gibi memuriyete geçmiştir.

İstanbul'da vilayet mektupçuluğu, vali ve belediye reisi muavinliği yapmış, 1950'de DP iktidarı sırasında CHP'li olmasına rağmen Bilecik Valisi yapılmış ama 1954'de CHP'den vekil adayı olup, seçilemeyince valilik kariyeri bitmiştir. Orta sınıf bir emekli vali olarak İstanbul'da tek kızlarını büyütürler.

Aile Ayaspaşa'daki Ankara Palas'te oturmaktadır:

"Tamam, tamam evlenmeyi kabul ediyorum" dedi. Fakat ikide bir "Soyadını beğeniyor musun" diyor. Babası hep erkek evladı olsun istemiş, olmamış, "O kadar istiyorsan tamam Çiller olurum" dedim, "ama Uçuran da kalsın..." Ben onun ailesine iç güveysi olarak girdim. Onların Ayaspaşa Ankara Palas'ta güzel bir evleri vardı, orada yaşamaya başladık."

Robert Kolej'den sonra askerlik yapan artık yeni adıyla Özer Uçuran Çiller, birkaç yıl Shell'de çalıştıktan sonra Tansu Çiller de okulu bitirince burs bulurlar ve 30 yıl sonra koca bir servet sahibi olacakları ABD'ye bursla mastera giderler:

"Amerika'ya gitmek istiyoruz ama paramız yok. Ne yaptı etti, kendine New Hampshire'da bir burs buldu, master yapacak, benden önce gitti, bana iş de buldu. New Hampshire Karayolları'nda köprü mühendisliği. Bir sene orada çalıştım. Hem karayollarında çalışıyorum hem de haftada üç gün Boston'a gidip MBA yapıyorum. 67'de gittik, 74'ün sonunda döndük."

60'larda ABD'de MBA masterı yapıp, şirketlerde çalışmış olmak Türkiye'de göz kamaştıracak bir CV'ye sahip olmak demekti.

Tam da bu yüzden Türkiye'ye döner dönmez genç yaşta Mehmet Emin Karamehmet'i Çukurova Holding'inde yöneticilik yaptı. Bu sırada holding Pamukbank ve Yapı Kredi'yi aldı, bankacılık deneyimiyle Has Holding'e transfer oldu ve 80'lerin başında İstanbul Bankası'nın genel müdürüydü artık.

24 Ocak kararlarının ardından açılan yeni liberal ekonomide yüksek faiz veren bankalar ve bankerler için fırsatlar ortaya çıkmıştı.

İstanbul Bankası da en yüksek faiz veren bankalardan biriydi.

Reklamlarını Zeki Müren seslendiriyor, Fenerbahçe maçlara formasında İstanbul Bankası reklamıyla çıkıyordu.

Ama 1983'teki banker skandalı bu yüksek faiz veren bankaları da vurdu.

Hisarbank, Ortadoğu İktisat Bankası ve İstanbul Bankası 27 Ekim 1983 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Ziraat Bankası'na devredildi.

Haklarında da davalar açıldı.

Ama batan İstanbul Bankası, Özel Uçuran Çiller'in bir üst sınıfa atlamasıyla sonuçlandı.

Bunun nasıl olduğunu 1994 yılında TBMM'de Tansu Çiller'in mal varlığının araştırılması için komisyon kurulması için verilen önerge sırasında kürsüye çıkan ANAP Yozgat Milletvekili Mahmut Orhon'un konuşmasından okuyalım:

"Uçuran Çiller ailesinin asıl serveti, Özer Beyin İstanbul Bankasına genel müdür olmasıyla başlıyor. İstanbul Bankasının en büyük ortağı Hasoğlu AŞ'dir, küçük bir hisse de Sayın Çiller ailesine aittir. İstanbul Bankası kanalıyla, yüksek faiz vaadiyle halktan paralar toplanmaya başlıyor, paralar birikince faizler de birikiyor; ancak, ödeme yapılmak istenmiyor; çare de bulunuyor: Has ve Uçuran Çiller aileleri adına şirketler kuruluyor; MARSAN bunlardan birisi. Diğer şirketlerin hisselerinin çoğu Mete Hasoğlu ve eşi Fatma Fezal Hasoğlu'na ve yine Uçuran ailelerine aittir. Sayın Genel Müdür Uçuran, MARSAN, MARHAS, ÎTS, MARMİN, BMT ve bunun gibi isimli şirketlere, 18 Mayıs 1984 tarihli Ziraat Bankası müfettişleri Doğan Altınay, Ahmet Vatandaş ve Levent Dinçer'in raporlarında belirttiklerine göre, bol miktarda kredi yeriyor. Bu şirketler Uçuran ve Has ailelerine ait. İlginç olanı, paraların hep bu şirketlere verilmesi ve bu paraların geri dönmemesi, İstanbul Bankasının da bu yüzden iflas etmesi, bankanın tasfiyesine gidilmek zorunda kalınmasıdır. 19837242 sayılı Kararnameyle, İstanbul Bankası, Ziraat Bankasına devredilerek, alacaklıların parası devlete ödettiriliyor, çalışanları aç ve perişan sokağa atılıyor. Çalışanların sıkıntısı had safhaya ulaştığı sırada Sayın Tansu Çiller Başbakan oluyor ve feryatlardan başı ağrımaya başlıyor. Çare, SSK Kanununa, 10.9.1993 tarihinde Başbakan Prof. Dr. Tansu Çiller imzasıyla bir madde eklenmesiyle ilgili bir kanun tasarısı hazırlanıp, kanunlaştırmada bulunuyor. Böylece, çalışanların sıkıntıları da devlete yıkılarak, mesele Sayın Başbakan tarafından çözülmüş oluyor. Sonuçta, hem alacaklılar hem de çalışanlar devlete yıkılırken, Uçuran'lar ve Has'lar servet sahibi oluyorlar."

Sonra Bizim Vadi Kooperatifi, yine davalar, 7 Eleven Türkiye mağazaları

Ve 1991'de DYP'den medyanın, elitlerin, iş çevrelerinin büyük tezahüratlarıyla siyasete giren Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi profesörlerinden Tansu Çiller, önce Hazine Bakanı, iki yıl sonra da yine medyanın, elitlerin ve burjuvazinin büyük tezahüratları arasında DYP Genel Başkanı ve Başbakan olur.