Süreç dün de bitmedi
Uzay Yolu izlemiş olanlar Klingonlar'ı tanır. Evrenin sert ve savaşçı ırkıdır. Soğuk Savaş zihniyetinin sızdığı dizide Klingonlar otoriter rejimleri temsil etmektedir. Aslında bir nevi ABD olan Federasyon'un ilk başlardaki baş düşmanlarıdır.
Tabii Kaptan Kirk'ün de... Kirk, sadece siyaseten değil, kişisel olarak da Klingonlara düşmandır. Çünkü oğlunu öldürmüşlerdir.
Ama serinin bir yerinde Federasyon ile Klingonlar arasında barış görüşmeleri başlar.
Peki, görüşmelerde Klingonların imparatoruna dünyaya kadar kim eşlik eder; Tabii Kaptan Kirk.
Tam o anda Spock, Kirk'e bir Volkan atasözünü söyler: "Çin'e ancak Nixon gider"
Tabi bu bir Volkan atasözü değildir.
Amerikan siyasetinde, bizdeki "Yürümekle yolla aşılmaz" gibi geçmiş özdeyişlerden biridir.
Sözün sahibi ABD Senatosu'nda 60'lar ve 70'ler boyunca Demokrat Parti'nin liderliğini yapan senatör Joseph Mansfield'dir.
Komünist Çin, 1949'dan 1971'e kadar dünyadan izole edildi. BM'de meşru Çin yönetimi olarak Tayvan tanındı.
Asker olarak bulunduğu Çin ile ABD arasındaki ilişkilerin yeniden kurulması için çalışan senatör Mansfield, 1971 yılında verdiği bir röportajda, BM'de bile sandalyesi olmayan komünist Çin ile ilişkileri ancak Cumhuriyetçi Başkan Nixon'un düzeltebileceğini söylerken bu sözü söylemişti: "Çin'e sadece Nixon gidebilir."
Çünkü Cumhuriyetçi Başkan Nixon, inanmış bir anti-komünistti.
Daha genç bir senatörken, McCarthy komünist cadı avında Sovyet ajanı Dışişleri Bakanlığı görevlisi ve Alger Hiss'in peşine düşerek siyasi şöhret yapmıştı.
Vietnam'ı komünizmle mücadele için kana bulamıştı.
Bu yüzden de ancak o komünist Çin'e giderse, bunun siyasi ve toplumsal meşruiyeti sorgulanmazdı.
Tabii Demokrat Mansfield 1971'deki o röportajda bunu dediğinde herkes gülüp geçti, olur mu öyle şey dedi.
Ama birkaç ay sonra Nixon Şubat 1972'de Çin'e gitti.
Bu söz de literatüre geçti.
Bu kalıp başka benzer cesur adımları tarif etmek için de kullanıldı.
Mesela savaş kahramanı Fransa cumhurbaşkanı De Gaulle'un Cezayir'den çekilmesi, Teksaslı yani Güneyli Başkan Johnson'un siyah beyaz ayrımını bitiren Eşit Haklar Yasası'nı çıkarması. Yine sıkı bir anti-komünist olan Reagan'ın Gorbaçov'la anlaşma imzalaması. Eski terörist yeni Başbakan Menachim Begin'in Sina yarımadasını Mısır'a bırakıp barış anlaşması imzalaması. Sabra ve Şatila kasabı lakaplı Ariel Şaron'un Gazze'den çekilmesi. Irkçı De Klerk'in Mandela'yı bırakması ve apartheid rejimi bitirmesi. Şahin eski Savunma Bakanı, yeni Kolombiya Cumhurbaşkanı Santos'un FARC'la barış imzalamas
Türkiye'de buna verilecek fazla örnek yok.
Çünkü bizdeki liderler hem toplumsal meşruiyet olarak hem de devlete hakimiyet olarak genelde zayıflardı.
Belki Atatürk'ün Yunanistan Başbakanı'nı ağırlaması, Özal'ın PKK ile ilk müzakereleri, yakın tarihin en güçlü ve toplumsal meşruiyeti yüksek lideri Erdoğan'ın Kıbrıs çözümü, Çözüm Süreci, Dersim özrü, 1915 taziyesi sayılabilir.
Bugünlerde ise bir "Nixon Çin'e gider" hadisesinin içinde yaşıyoruz.
Devlet Bahçeli'nin açılımından bahsediyorum.
Aslında böyle demek de yanıltıcı.
Devletin, muhtemelen MİT'in yürüttüğü bir müzakere sürecinin kamuoyu önündeki yüzü oldu Bahçeli.
Ama bu rolü hiç çekinmeden, el yükselterek, altını doldurarak sürdürüyor.
Bunun tarihsel değeri ve önemini anlamak için bir miktar tarih bilmek ve kafanı şahsi hırsların ve gündelik tartışmalardan kaldırabilmek yeterli.
Yoksa "Nixon'ın Çin açılımı"na kusur bulmak kadar Bahçeli'nin açılımına da kusur bulmak çok kolay.
Aktörleri tanıyoruz. Onlara güven duymamak için elde bir hayli malzeme, geçmiş deneyim var.
Demokrasi, insan hakları, özgürlükler konularında sicilleri parlak değil. Ülkenin sicili de parlak değil.
Ama dünyada harika aktörler ile yürütülen harika süreçler yok.
En harika çözüm modellerini, en ileri demokratik normları ileri sürüp kusur bulmak kimsenin aklına gelmeyen süper bir keşif değil.
Ama barış yapmak için ille de en üstün demokrasi teknolojisine ihtiyaç yok.