Şimdi yolları gelip Prens Sabahattin mi açsın

İstanbul'da hayat "İzlanda Kışı" denen yoğun kar yağışıyla durdu. Yollar kapandı. Binlerce kişi metrosuz yeni İstanbul Havalimanı'nda mahsur kaldı.Kısa sürede konu İktidar ile İBB arasındaki siyasi bir yeni kavgaya döndü. İktidar, kriz için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu suçlarken İBB ise şehrin kapalı otobanlarının Karayolları Genel Müdürlüğü'ne bağlı olduğunu hatırlattı. Vatandaşlar kapalı hangi yol için nereyi suçlamaları gerektiği konusunda uyarıldı.Sonra İmamoğlu'nun krizin olduğu şehrin dışında Rumelikavağı'ndaki ünlü balıkçı lokantasında olduğu iddia edildi. CHP'nin yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcısı, CHP İstanbul il başkanı gibi İmamoğlu'na bir telefon uzaktaki isimlerin bile saatlerde yalanladığı ve eski olduğunu söylediği fotoğraf sonra gerçek çıktı.Bu çekişmeler sürerken, nihayet beklenen haber Ankara'dan geldi: "İçişleri Bakanı, Ulaştırma Bakanı ve AFAD Başkanı Cumhurbaşkanı'nın talimatıyla İstanbul'da gönderildi."Bakanların görevlerini yapmak için Cumhurbaşkanı'nın talimatına ihtiyaçları olması bir tarafa, Endonezya'daki tsunamiye yardıma gidiyormuş gibi Ankara'dan İstanbul'a karla mücadele için bakan gönderilmiş oldu.Tabii siyasetçiler ve gazeteciler gün boyu bu kar kavgasında yerlerini aldılar.Ama bu harala gürele içinde kimsenin aklına sorunun esas kaynağı gelmedi.Bir şehirde yolların bir kısmı yerel idareye, bir kısmı Ankara'daki merkezi hükümete ait olabilir miBir şehirde karla mücadele için bile birbirinden bağımsız otoriterler bulunabilir miBir şehrin metrolarının yarısı 400 kilometre öteden yönetilebilir miBir şehre yapılan havalimanı gibi yatırımlarda o şehrin yerel yönetiminin hiçbir söz hakkı olmaz mı20 yıldır her ikisi de AK Partili olduğu için görünmeyen bu yapısal çarpıklık büyükşehir belediyeleri CHP'ye geçince ve AK Parti bu durumdan hiç hoşlanmayıp onları çalışamaz hale getirmeyi iyi siyaset zannetmeye başlayınca yeniden görünür oldu.Yani karşımızda siyasi olduğu kadar yapısal nedenleri de olan bir kriz var.Türkiye'de merkez ile yerel arasındaki gerilim anaakım siyasetin fay hatlarından biri olageldi.Özellikle 19. Yüzyılda imparatorluğu bir arada tutma telaşıyla girişilen modern devlet reformlarının en önemli kısmı merkeziyetçilikti.İlk muhalifler olan Yeni Osmanlılar da zannedildiği gibi esas olarak padişaha değil, Tanzimat'la ortaya çıkan Babıali'nin merkeziyetçi modern devlet uygulamalarına 'istibdat' demiş ve hürriyet mücadelesini başlatmıştı.O mücadelenin öncülerinden, Hürriyet kavramının mucidi Namık Kemal, Hürriyet gazetesinde yazdığı bir makalede, Tanzimat öncesi taşrada bir köprü yapmak gerektiğinde ahalinin bir araya gelerek, kendi kaynaklarıyla bunu kısa sürede yapabildiğini ama Tanzimat'la bütün kararların İstanbul'dan verilmesiyle daha önce doğal akışında ilerleyen işlerin aksadığını anlatmış ve yeni merkeziyetçi iktidardan şöyle şikayet etmişti:"Babıali kanun yapıyor, Babıali hükmediyor, Babıali icra eyliyor, icraata yine Babıali nazır oluyor, padişah desek Babıali anlaşılıyor, kanun desek, kezalik (keza yine böyle), meclis, mahkeme desek kezalik, ahali desek hiçbir şey anlaşılmıyor."Merkeziyetçilik- adem-i merkeziyetçilik tartışması merkeziyetçi bir padişah olan II. Abdülhamit'e karşı mücadele eden Jön Türkler'i de ikiye bölmüş, Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti'nin karşısında Prens Sabahattin liderliğinde, Osmanlı'daki farklı milletlere daha fazla hak ve yetki verilmesini savunan Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti kurulmuştu.İttihat ve Terakki ile muhalif Ahrar Fırkası, ardından Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasındaki temel farklardan biri de adem-i merkeziyetçiliğe bakıştı.İstanbul Hükümeti'nin gücünü kaybettiği, Ankara hükümetinin henüz kurulmadığı ara dönemde Anadolu'da Bülent Tanör'ün tabiriyle "yerel kongre iktidarları" kurulmuş, halk yerel kongrelere seçtikleri delegelerle kendi kendini yönetmiş, İstiklal Harbi kongrelerle ilerlemiş, nihayetinde kurulan Birinci Meclis'in ilk yaptığı işlerden biri de adem-i merkeziyetçi bir yönetimi öngören Teşkilat-ı Esasi Kanunu'nu kabul etmek olmuştu.Teşkilat- Esasi'de eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işleri halk tarafından seçilecek vilayet meclislerine bırakılıyordu.Cumhuriyet'in kurulmasından sonra Cumhuriyet Halk Fırkası ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası arasındaki temel farklardan biri de adem-i merkeziyetçilikti.TPCF programında açıkça "idari adem-i merkeziyet esası kabul edilecektir" yazmış, eğitim işlerinin yerele devredileceği vaat edilmişti.Serbest Cumhuriyet Fırkası, ardından Demokrat Parti de merkeziyetçiliğe karşı yerel yönetimleri güçlendirmeyi programlarına koydular.Özal, yerel yönetimleri güçlendiren yasalar çıkardı, eyalet tartışmalarını başlattı. Refah Partisi, Fazilet Partisi bu çizgiyi sürdürdü.Muhafazakarların çok sevdiği İdris Küçükömer'in sağ-sol analizindeki gibi İttihatçı-Kemalist merkeziyetçi bürokrasiye karşı, İslamcı- muhafazakar çevre adem-i merkeziyetçiliği savunageldi.Bu geleneğin devamı olan AK Parti de en başından itibaren Ankara'daki merkeziyetçi statükoya karşı, siyasette, kamu yönetiminde ve ekonomide adem-i merkeziyetçiliği, gücü dağıtmayı savundu.Bu konuda Cumhuriyet tarihi boyunca atılmış en radikal reform paketi de, 2004'de Meclis'e getirilen Kamu Yönetimi Reformu'ydu.Reformla merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında radikal bir görev dağılımı yapılmıştı.Adalet, Dışişleri, Milli Savunma, İçişleri, Maliye, Milli Eğitim, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları dışında bakanlıkların