Papa Anıtkabir defterinde neden Atatürk'ü anmadı

Papa Leo'nun ilk yurtdışı ziyareti için Türkiye'ye gelmesi, Türkiye'deki bazı çevrelerin geleneksel yabancı paranoyasını tetikledi.

Bu gerçek bir paranoya da değil.

Yani kimse Papa'nın ülkemiz üzerindeki kirli oyunlarından ya da milletimizin yavaş yavaş Hristiyanlaştırılacağından da endişe ediyor değil.

Bu daha çok milli bir spor. Kimliğimizi sağolsunlar biraz da bu Papalık, Patrikhane, Yunanlılar, Ermeniler gibi ezeli ve ebedi düşmanlara borçluyuz.

Söz konusu vatansa birazcık paranoyaklık da tedbir cinsinden teferruat olabiliyor.

Mesela ülkenin subaylarının emanet edildiği Milli Savunma Üniversitesi'nin rektörü Korgeneral Profesör Erhan Afyoncu, Papa'nın Türkiye'ye geliş için 27 Kasım'ı özel olarak seçtiğini çünkü bu tarihin Papa İkinci Urbanus'un Haçlı Seferleri çağrısı yaptığı ünlü "Deus vult! (Tanrı'nın emri budur) konuşmasının yıldönümü olduğunu iddia etti.

Tabii konuşmanın yapıldığı zamanlarda kullanılan Jülyen takvimine göre 27 Kasım, Gregoryen'e göre 4 Aralık oluyor. Ama olsun.

Yani Papa, 1000 yıl öncesini unutmamış, bir haftaya takılmamak gerek.

Ama nedense MSÜ Rektörü bu büyük meydan okumayı ancak Twitter'dan ifşa edebildi.

Normalde iktidar çevrelerinde çok popüler, bir sürü kişiye bir telefon uzaklıkta. Arayıp uyarsa, bu büyük skandala devletimiz bir cevap verebilirdi.

Ama o da herhalde böyle şeyleri ancak Twitter'a yazıp, ilkokuldan beri bu paranoyalarla yetiştirilmiş sonra bir de üzerine Kurtlar Vadisi ile cila yapmış bir kitleyi heyecanlandırabileceğini iyi biliyor.

Ankara'yı arasa oradaki itibarına gölge düşebilirdi.

Ama böyle yapınca da iktidar Papa ile işbirlikçi gibi oldu. Yine araya bir Fatih'in toplarından SİHA'lara uzanan tarihi bir perspektif koyup bu gaffı da muhakkak toparlayacaktır.

Neyse ki ordumuz bu 1000 yıllık tehditlere karşı uyanık subaylar yetiştiriyor.

Bu anlayışla yetişen teğmenlerin arada bir kılıç çekmesine çok da şaşırmamak gerek

Bu paranoyadan beslenenler Papa'nın ziyaretiyle daha da yaratıcı işlere imza attılar; Doğrudan tarih uydurdular.

Herhalde AK Parti iktidarı izin verdi ama Atatürk vermedi demek için 1925 yılında yani İznik Konsili'nin 1600'inci yılı için dönemin Papa'sının Türkiye'ye gelişine Atatürk'ün izin vermediği bilgisi bir anda yayıldı.

Nasıl yayılmasın Atatürkçülüğün resmi sahibi Atatürkçü Düşünce Derneği, Papa'nın ziyaretini eleştiren açıklamasında açıkça "Büyük Atatürk 100 yıl önce böyle bir ziyaret ve gösteriye izin vermemişti" dedi.

Doktor unvanını nasıl aldığını daha önce bu köşeden okuduğunuz müstafi Amiral Cihat Yaycı bir adım daha ileri gidip Atatürk'e açıklama bile yazdı:

"Bu devletin bütünlüğü için büyük tehdittir"

Yaycı hazır tarih uyduruluyor diyerek Konsil'in 1500''ıncı yılında da "Osmanlı padişahlarının" bu kutlama talebini reddettiğini söyledi.

1500'üncü yılında hangi padişahın olduğuna bile bakıp yazmaya gerek görmeden.

"Padişahlar konseyi" karar vermiş gibi!

Yaycı, sonra kendi kendini tekzip edip 1925 yılında İznik Konsili için Papa'nın gelmesine değil, Patrikhane'nin toplantı girişimlerine izin verilmediğini yazdı.

Uzun uzun bir kaynakçayla da bu iddiasını doğrulamaya çalıştı.

Üşenmeyip kaynakçadaki bazı kitaplara ve arşivlere baktım.

Mesela 6 Mart 1924 tarihindeki bir TBMM Gizli Celse zaptına atıf yapmış. 6 Mart 1925 tarihinde bir gizli celse yok.

Alexis Alexandris ve Dimitri Pentzopoulos'un kitaplarından sayfa numaralarıyla atıflar koymuş. Kitapları bulup baktım, söylediği gibi İznik Konsili, Patrikhane'nin toplantı izniyle ilgili tek kelime geçmiyor.

Gerisine de bakıp onu ayrıca yazmak isterim.

Anlaşılan yine bir yerlerden yüzünü dahi görmediği kitaplardan sayfaları ve arşiv belgelerinin numaralarını copy paste alıp yazmış.

Dediği doğru olsa bile 1925 yılında Patrikhane'nin toplantı girişimi ile Papa'nın gelmesi arasında hiçbir ilişki yok.

Patrikhane'nin daha Lozan'ın yeni imzalandığı bir tarihte öyle bir toplantıya cüret edecek hali de yok.

Ama tabii kimin umurunda.

Erdoğan'ın izin verip Atatürk'ün izin vermediği Papa hikayesi bir anda muhalif çevrelerde viral oldu.

Halbuki o kadar kuyruklu bir yalan ki.

Milattan sonraki ilk yüzyıldan yani aziz Aziz Petrus'tan 1960'a kadar papaların Roma dışına çıkışı bile nadirdi.

Bu 1900 yıl içinde Roma dışında İtalya'nın diğer şehirlerine giden papalar, İstanbul'a yani Bizans'a gelen papalar ve Fransa'ya giden papaların sayısı 10'u geçmiyor.

1960'lardan önce son kez Roma'dan 1804'de Napolyon'un taç giyme töreni için Paris'e giden Papa 12. Pius çıkmıştı.

Ayrıca 1925 yılında bir bağımsız Vatikan devletinden bile bahsedemeyiz.

Çünkü 756'da kurulan Papalık devleti 756 – 1870 yılları arasında Fransa'nın himayesinde bağımsız bir devlet olarak ayakta kalmış, 1848 yılından itibaren İtalyan birliğinin sağlanması sürecinde Papalık ve İtalya arasında çetin mücadeleler yaşanmış, İtalya 1870 yılında Vatikan ve ona bağlı bölgeleri ele geçirmişti.

Papalar da İtalyan egemenliğini reddettiler ve 1929'a kadar da Roma'nın dışına çıkmadılar.

Ancak 1929'da Mussolini'nin imzaladığı anlaşmayla Vatikan yeniden bağımsız bir devlet oldu.

Yani 1925 yılında Papa'nın İznik Konsili için Türkiye'ye gelmek istemesi hiçbir türlü mümkün değildi.

Ayrıca Osmanlı padişahlarının reddetmesi da mümkün değildi tabii.

Çünkü tam tersine Osmanlı padişahları 19'uncu yüzyılda Rusya'ya karşı Vatikan'la işbirliği içindeydiler, Osmanlı padişahları Papa'ya karşı gayet saygılıydı.

Hatta 2. Abdülhamid, 1888 yılında, İtalya'daki sıkıntılar dolayısıyla Roma'dan ayrılarak bir süre başka bir yerde ikamet etmek düşüncesinde olan Papa XIII. Leo'yu Katolik Ermeni Patriği Azaryan Efendi aracılığıyla İstanbul'a davet etmişti.

Bu kısımlar tamamen uydurma.

Ama haklı oldukları bir yer olabilir.

Gerçekten de Vatikan'ın Atatürk'le ilgili hatıraları çok iyi olmayabilir.

İlginç bir şekilde Papa Leo, Anıtkabir ziyaretinde özel deftere yazdığı kısa notta genelde yapıldığı üzere Atatürk'e atıf yapan bir cümle kullanmadı.

Belki de Amerikalı bir Papa olarak sadece Türkiye'yle ilgili bir mesaj vermesinin yeterli olacağını düşünmüştür.

Ama bir çeşit kurumsal hafızanın yansıması da olabilir bu.

Çünkü Türkiye 1929 yılında yeniden bağımsız bir devlet olunca Vatikan'ı tanımamıştı.

Ancak 1960'da DP'nin son aylarında Türkiye Vatikan'ı bir devlet olarak tanıdı.

Peki bunun nedeni neydi

Laiklik değildi. İtalya ile olan sorunlardı esas olarak. Balkanlarda, Adalar'da İtalyan yayılmacılığı Türkiye'yi rahatsız ediyordu. İtalya ile anlaşmış bir Vatikan devletine bu şüpheyle bakıldı.

Ayrıca Lozan'a göre Türkiye'de yaşayan 35 bin Katolik bir dini azınlık değildi. Vatikan'ın kabulüyle Katolik vatandaşlar üzerindeki vesayeti de kabul edilmiş olunacaktı. Bu da istenmiyordu.

Rinaldo Marmara'nın Vatikan arşivlerinde yaptığı çalışmalara bakılırsa 1930'ların başında Türkiye'nin Vatikan'ı tanıma girişimi sırasında kamuoyunda oluşan Vatikan karşıtlığı, Vatikan'ın Türkiye'yi Hristiyanlaştıracağı paranoyasının arkasında İngiliz istihbaratı vardı.

Bir önceki Vatikan Temsilcisi Margotti de köyü bir diplomattı ve Ankara'da rahatsızlığa neden olmuştu.

Onun kötü mirasından sonra Türkiye'ye gönderilen yeni temsilci daha sonra Papa oldu: Roncalli.

Monsenyör Roncalli, Sofya'dan yeni görev yeri İstanbul'a Ocak 1935'de geldi.

Trenden iner inmez Emniyet'e gitti ve polise gidip kendisini dini bir görevli olarak bildirdi. Çünkü Türkiye Vatikan'ı tanımadığı için kardinaller sıfatsız olarak görev yapmışlardı.

Roncalli'nin biyografisini yazan Peter Hebblethwaite, müstakbel Papa'nın "o andan itibaren, gittiği her yerde, Kafka'yı andırır bir biçimde, zan altındaki biri olma deneyimini yaşadığını" yazar.

Cumhuriyet arşivlerine bakılırsa gelir gelmez gittiği Emniyet'te kendisiyle görüşen emniyet müdürü de hemen içişleri Bakanlığı'na yazıyla durumu bildirmişti:

"Gayrı resmî surette İstanbul'da bulunan Papa vekilinin tayin edilen yere yine gittiği, Bulgaristan'da memur olan Papa vekili Roncalli sıfatıyla gelerek kanununun 4. fıkrası dâhilinde İstanbul'a gidecek ve vazifesi Türkler'deki Katoliklerin dinî işleriyle bizzat surette meşgul olmaktan ibaret olduğunu, kendisinin selefi gibi resmî hiçbir sıfatı olmayan bir misafir bulunduğunu ve dinî kıyâfe meseleleriyle hiçbir ilgisi olmadığını ve kendisi şahsen bir devletin kendi dinî müesseselerine tatbik ettiği bir kararın ecnebi müesseselerine şâmil olmasını isteyecek mantıksız olacağını mutalâasından olduğunu ve İstanbul'a muvassalatında Vali ve Dahiliye Müdürünü ziyaret ile kendisini takdim edeceğini ve Ankara'daki Katolikleri görmek üzere oraya gittiği vakit kendisini kabul etmek lütfunda bulunacak zevâtı ziyaret edeceğini söyledi ve pasaportunun düştükçe vize edilmesini rica etti.

Cevaben kendisine hiç bir resmî vazifesi olması hasebiyle memleketimizde resmî bir faaliyet icra edemeyecek ve herhangi bir işle meşgul olmayacağını temin olunduğunu ve bu bey'in İstanbul'a İtalyan olduğundan ve kendisinin her ecnebi gibi memleketimizde hâlâ kabul ve müsamaha göreceğini söyledim. Pasaportuna hususi vize vazolunacağı maruzdur."

Roncalli, gelir gelmez programda olmamasına rağmen, İstanbul valisi Muhiddin Üstündağ'a bir nezaket ziyaretinde bulunmuştu:

"Üstündağ, Roncalli'nin selefi, katı ve tavizsiz Margotti'yi tanıyordu; ilk başta buz gibiydi. Fakat kısa sürede yeni gelenin cazibesine kapıldı ve ikisi, Boğaz'a bakan terasta birlikte rakı içerek sohbet ettiler. Bu, oldukça ürkütücü bir göreve iyi bir başlangıç oldu: İslam'ı ve genel olarak tüm dini "gerici" sayıp reddetmekle meşgul bir İslami ülkede, Vatikan'ın temsilcisi olmak."

Bu ziyaretin de Dışişleri Bakanlığı'nı kızdırdığı anlaşılıyor:

"Malumu Devletleri olduğu üzere Papalık Hükümeti bizce tanınmış değildir. Ve bu Devletin her hangi memurunun mümessil sıfatı izafe edilmesi tarafımızdan tensip edilmemiştir.

Rahip M. Angelo Guezeppe Roncalli'nin selefi olduğu gibi saygıdeğer bir misafir olarak muamele görmesi ve kendisine hiç bir resmî sıfat tanınmaması hattâ hareketimizin esasını teşkil eder.

Kaldı ki bu rahibin İstanbul Valisini ziyaret etmesi, Türk katoliklerinden bahsetmesi ve onlar namına idarei kelâm eder gözükmesi Hükümetimizce hiçbir vechile tecviz olunamaz.

Bu cihetleri İstanbul Valisine tavzih ve ihtar ile bu hususun buyrulması ve Vali tarafından o rahibe verilmiş hüviyet belgesinin ne olduğunun anlaşılması için, bu vesileyle İsticlâri'nin yüksek mümessillerini de vize ederim."

Fakat Roncalli'yi esas bekleyen kötü sürpriz İstanbul'a gelişinden kısa bir süre sertleşen laiklik uygulamaları oldu.

Önce bütün İslami ve diğer dini yayınlarla birlikte piskoposluğun haftalık yayını olan La Vita Cattolica, "dinî propaganda" nedeniyle kapatıldı.

Roncalli, yazdığı bir mektupta bu yasağı mizahi bir dille anlatmıştı:

"Bilmiyorum, Büyük Perhiz pastoral mektubumda ne söyleyeceğim, yahut yayımlanacak mı. Geriye sadece dua ve litürji hakkında konuşmak kalıyor. Teolojik erdemler bile yasak. En azından hâlâ hayırseverlikten bahsetmem mümkün olur umarım. Ama Türklerle herhangi bir iş yapmak bile tehlikeli olabilir; Marmara adasındaki son deprem bunu gösterdi."

Ama hayatını en çok zorlaştıran daha sonra çıkarılan bir kanun olacaktı.

Resmi olarak 13 Haziran 1935 tarihinde yürürlüğe giren ama haberi aylar öncesinden duyurulan kanuna göre artık tüm dini görevlilerin mabetler dışında dini kıyafet giymeleri yasaktı.

Kanun o kadar sertti ki "mabed ve ayinlerde ruhani kıyafet taşımakla mükellef olanlar, mahalle hükümetlerince tanzim edilecek olanlardan alınacak listeler mucibince ancak mabed ve ayinlerde ruhani kıyafet taşımaya mezun addedilmişlerdir" maddesine bakılırsa mabedlerde kimlerin dini kıyafet giyebileceği bile izne bağlıydı.

Roncalli, 13 Nisan 1935'te bir psikopos arkadaşına yazdığı mektupta yasağı şöyle anlatmıştı:

"Bildiginiz gibi, Haziran'dan itibaren buradaki bütün papazlar, keşişler ve rahipler sivil elbiseyle dolaşmak zorunda kalacak. Bu, herkes için büyük bir sınav. Eğer iş bununla sınırlı kalırsa mutlu olacağız. Umarız Meksika'da olanların bir benzeri olmaz."

Meksika'da olanlardan kastettiği katı laik terör döneminde rahiplerin yakalanıp kurşuna dizilmesiydi.

Ama Roncalli yasağa hızlıca uyum gösterdi:

"Ne fark eder, Tanrı'nın sözünü ilan ettiğimiz sürece cüppe mi, pantolon mu giydiğimiz"

Bir dinî törenden sonra diğer rahiplerle sivil kıyafetler içinde Saint-Antoine Kilisesi'nden çıkarlar:

"Episkopos çok uzun zamandan beri giymemiş oldukları kıyafetleriyle görünmekte çok zorlanan en yaşlılarının arasında her zamankinden daha hoş ve gülümser, neredeyse eğlendiğini gösterir bir ifadeyle, kıyafetle rahip olunamayacağını gösterme dikkatiyle ilerliyordu.Kıyafetin tek tip olması bir yana aynı renk olmasını bile zorunlu kılmak istenmemişti, sadece koyu, ciddi bir kıyafet rengi öngörülmüştü; hepsi o kadar.'"

Bu sivil kıyafetler içinde o günün anısına toplu bir fotoğraf da çektirmişlerdi.

Roncalli Vatikan'a gönderdiği ilk notta durumu şöyle anlatır:

"Rahip elbisesiyle görünürsem kanunu ihlal etmiş sayılacağım ve delege olarak konumum tehlikeye girer. Papa Türkiye'de resmen tanınmıyor ve bu yasak nedeniyle hükümetle çatışırsam çok tehlikeli olabilir."