KGB neden Selanik'teki Atatürk'ün evine sabotaj planı hazırlamıştı

"Yunan-Türk dostluğunun kırılgan olduğu çok açık, çok küçük bir şok bile yetebilir. Atatürk'ün Selanikte doğduğu evin duvarına tebeşirle slogan yazmak gibi önemsiz bir olay bile bir kargaşanın çıkmasına yeter."

19 Ağustos 1954 günü Atina'daki İngiltere Büyükelçisi'nden Londra'ya gönderilen bir raporda böyle deniyordu. (Dilek Güven- 6-7 Eylül)

Bir yıl sonra beklenen oldu.

Selanik'teki korumasız Atatürk'ün evinin bahçesine atılmış bir bomba, Türkiye'de binlerce insanın çılgına dönmesine, 1951'te birlikte NATO üyesi olmuş iki müttefik Türkiye ile Yunanistan'ın karşı karşıya gelmesine yetmişti

Bu köşede daha önce 6-7 Eylül pogromu üzerine uzun bir yazı çıkmıştı.

https:www.karar.comyazarlaryildiray-ogursikici-hakikatler-yerine-heyecanli-yalanlar-1584139

O yüzden çoğu Yassıada Mahkemeleri'ndeki hesaplaşmaların ürünü iddialar, bazıları Yassıada'da bile konuşulmamış hayali diyaloglar, bir kısmı sorgusuz dolaşımda olan komplo teorilerinden ibaret olan 6-7 Eylül'ü kimin eseri tartışmasına bu kez girmeyelim.

Hala, televizyonlarda bile konuşanlar arasında Selanik'teki Atatürk'ün evine bir bomba atılmadığını, her şeyin Yeni İstanbul gazetesinin yalan haberine dayandığını zannedenler var.

Ama başlıktaki belgeyi anlamak için dönemin konjonktürünü biraz hatırlatmak iyi olabilir.

Türkiye ve Yunanistan, 1951'de birlikte NATO'ya girmiş, Balkan Paktı'nı imzalanmıştı. İlişkilerde bir bahar yaşanıyordu.

1952'de Bayar Atina'yı, Selanik'teki Atatürk'ün evini, Yunan Kral'ı da Türkiye'yi ziyaret etmişti.

https:www.youtube.comwatchv3bgqNqtmpFQ

Atatürk'ün Selanik'teki evi de bu bahar havasında restore edilip, 1953'de yeniden müze olarak ziyarete açılmıştı.

1954'da bile Türkiye'nin resmi Kıbrıs pozisyonu hala"Böyle bir sorunumuz yoktur" idi.

Ama 1955'de İngiliz kolonyal yönetimine karşı adada komünist AKEL öncülüğünde başlayan isyana, Yunan Yarbay Grivas'ın kurduğu milliyetçi ve Yunanistan ile birleşme (ENOSİS) yanlısı EOKA da terör eylemleriyle katılınca ve bu terörün muhatabı adadaki Türkler olmaya başlayınca işin rengi değişmişti.

İki NATO müttefiki karşı karşıya gelmişti.

O yüzden Soğuk Savaş'ın harareti içinde 1955 6-7 Eylül olayları sonrası ilk akla gelen olağan şüpheliler komünistler olmuştu.

Aralarında Aziz Nesin, Asım Bezirci'nin de olduğu ülkenin meşhur komünistleri hemen gözaltına alındılar.

Yassıada duruşmalarında ortaya çıktı ki bu şüphenin kaynağı ne tesadüf ki 5 Eylül 1955 günü İstanbul'da başlayan Intrepol Konferansı için İstanbul'da olan CIA direktörü Allen Dulles'tu.

6-7 Eylül olayları sırasında 5-9 Eylül'de İstanbul Hilton Otel'de yapılan 24. Interpol Zirvesi için dünyanın bütün polis teşkilatlarının başkanları İstanbul'daydı.

6-7 Eylül'den sonra "komünistler yaptı" tezinin en güçlü savunucularından biri 6-7 Eylül'ün Yassıada Duruşmaları'nda bir dava konusu olmasına neden olan ifşaatı yapan eski DP'li Devlet Bakanı, sonra sıkı DP muhalifi Fuat Köprülü'ydü.

1955'de DP'li bir devlet bakanı olan Köprülü, mahkemede şöyle demişti:

"Hadisenin ertesi sabahı hey'eti vekile toplandığı zaman burada umumiyetle bu kadar geniş bir harekette komünistlerin rolü olduğu tahmin ediliyordu. Ben de buna iştirak ettim ve nitekim o zaman görüştüğüm Emniyet Müfettişleri başta bu hadisenin bu yönden ele alınmasını söylediler. Nitekim yine o zaman Emniyet teşkilatının başında bulunan General Behçet Türkmen, bana o sırada, İstanbul'da bulunan Amerikan istihbarat şefi, CIA başkanı Allen Dulles'in; gördüğü vaziyet, tahribat şekillerinin tamamıyla komünist tekniği ve usullerine uygun olduğunu ifade etmiştir."

Köprülü, Menderes ve halefi Zorlu'ya olan öfkesiyle yaptığı 6-7 Eylül açıklamasından, mahkemede konu "suçu kim komünistlere attı"ya dönünce epey pişman olmuştu.

Nihayetinde olaylarla iki NATO üyesi Türkiye ve Yunanistan karşı karşıya geldi, 50'lerin başında patlak veren sosyalist-milliyetçi isyanla Kıbrıs'taki kolonyal hakimiyetini kaybetmemek için masaya Türkiye'yi de çeken İngiltere'nin ev sahipliğindeki Londra Konferansı sonuçsuz dağıldı.

Londra Konferansı'nın sonuçsuz kalması başta İngiltere'nin, ardından Türkiye'nin işine yaramadı.

Ama sonra sorunlar aşıldı.

Kıbrıs konusunda müzakereler dört yıl daha sürdü, Londra ve Zürih anlaşmaları ancak 1959 yılında imzalandı. 1960'da da birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.

Anlaşmanın ardından Türkiye ile Yunanistan arasında yeniden bir bahar havası esti.

Yunanistan Başbakanı Karamanlis eşiyle Türkiye'ye geldi. Menderes çifti onları İstanbul'da ağırladı.

İki ülke, Batı Trakya'daki Türkler ve İstanbul'daki Rumların sorunlarını çözmek için özel temsilciler atadılar.

6-7 Eylül için devlet tazminatlar ödedi, İzmir'deki konsolosluk binasında yakılan Yunan bayrağı bir DP'li bakan tarafından törenle göndere çekildi, 1957'de DP İstanbul'dan iki Rum milletvekilini Meclis'e soktu.

Peki günün sonunda o bombayı Atatürk'ün evine kim ve niye atmıştı

Yunanistan'da Atatürk'ün evinin bombalanması ilk başta "Yunanistan'ı zor durumda bırakmaya yönelik bir Türk tertibi" olarak değerlendirildi.

Olaydan 10 gün sonra Yunanistan vatandaşı olan Hukuk Fakültesi öğrencisi Oktay Engin ve konsolosluğun yine Batı Trakya Türkü olan kavası Hasan Uçar tutuklandı.

İstanbul göçmeni olan Yunan savcı, bombanın Türkiye'den getirildiğini, bomba talimatını Lozan Konferansı'ndaki heyette katip olarak bulunmuş tecrübeli bir diplomat olan Selanik Konsolosu Mehmet Ali Balin'in verdiği ileri sürdü. İşkence ve baskı altındaki ifadelerde Hasan Uçar, bombayı attığını, talimatı Oktay Engin'nden aldığını itiraf etti.

Yani Türkiye'de bombayı atan kişi olmakla suçlanan Oktay Engin'le ilgili iddiaların kaynağı Yunan savcının iddianamesiydi.

Oktay Engin, Türkiye'den Yunanistan'a gönderilmiş bir öğrenci değildi.

Gümülcineli Yunanistan vatandaşı bir Türk'tü. Bomba atmak ya da attırmak için kullanılacak biri de değildi. Babası Gümülcine'yi Yunanistan meclisinde temsil eden Türk milletvekillerinden biriydi, Türkiye'deki siyasetçilerin yakından tanıdığı biriydi.

Yunanistan'daki Türkler içinde ilk defa hukuk okuyan öğrenci o olmuştu. Selanik Üniversitesi'nde Hukuk okuyordu, babasının bağlantıları sayesinde daha sonra kendisinin MİT mensubu olduğu iddialarına kaynak olacak, Türkiye'den ona bir burs bağlanmıştı.

Engin, 9 ay Yunanistan'da hapsedilip, yargılandıktan sonra delil yetersizliğinden tahliye edildi ardından sınırdan yasadışı yollardan Türkiye'ye kaçtı. Daha sonra Hasan Uçar da tahliye edildi. O da Türkiye'ye geldi. Sonra ikisi tekrardan Yassıada'da da yargılandılar. Orada da beraat ettiler.

Yani günün sonunda bombayı onların attığı delilsiz bir iddia olarak kaldı.

Üzerinden geçen 68 yıl sonra çok stratejik bir anda atılan o bombayı hala kimin attığı bilinmiyor.

Stratejik olarak çok başarılı ama operasyonel olarak aslında çok basit ve etkili bir eylemdi, herkes yapmış olabilir.

Belki de sahiden komünistler yapmıştı.

1955 yılında NATO'nun kuzey kanadındaki iki üye arasındaki bir çatışmadan en karlı çıkacak ülke tabii ki Sovyetlerdi.

Tam o sıralarda Sovyetlerde de önemli bir dönüşüm yaşanıyordu.

1953'de Stalin ölmüş, yerine geçen Kruşçev meşhur Gizli Nutku'yla resmen de-Stalinizasyon devrini başlatmadan Stalin devrinin hatıraları etraftan silinmeye başlanmıştı.

Stalin'in ülke içinde ve dışında tasfiye, cinayet ve hesaplaşmaları için kullandığı kötü nam salmış gizli servis ÇEKA'nın (Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu) adı 1954 yılında KGB (Devlet Güvenlik Komitesi Komitet Gosudarstvennoy Bezopasnosti) olarak değiştirildi.

Bina bile aynı kalmıştı. Sadece ÇEKA ajanları topluca KGB ajanına dönüşmüştü.

O ajanlardan biri de 1944'de ÇEKA'da çalışmaya başlayan, Ortadoğu'da gizli bir görev yapmış 32 yaşındaki Vasili Nikitich Mitrokhin'di.

KGB'deki ilk görevi 1954'de Melburne Olimpiyat Oyunları'nda Sovyet takımına eşlik etmekti.

Sonraki kariyeri emekli olduğu 1984 yılında kadar KGB'nin arşivlerinde geçti.

Ama onu bir köyden alıp, önce hukuk okutan sonra da istihbarat teşkilatında görev veren rejime olan sadakatını kaybetmeye başlamıştı.

Kruşçev'in Gizli Nutku ile kafasında artan soru işaretleri, Sovyet tanklarının 1968'de Prag'a girmesiyle büyümüştü.

Beklediği fırsat 1972'da karşısına çıktı.

1972'de KGB'nin Moskova'da ÇEKA'dan miras tarihi Lubyanka binasından, şehrin dışında Yasenova'daki yeni binaya taşınmasına karar verildi.

Mitrokhin'e bu taşınma işlemi sırasında özel bir görev verilmişti:

Arşivdeki 300.000 dosyanın yeni merkeze nakledilmeden önce kontrolü, indeks kartlarının yazılması

Yüzbinlerce KGB belgesine sınırsız erişim hakkı vardı.

Önce dosyalarda gördüğü isimleri, kod adlarını ve önemli bilgileri hafızasına kaydetmeye ve her akşam eve döndüğünde bunları yazıya dökmeye başladı.

Ama bu çok verimli olmuyordu.

Sonra ofiste buruşturup çöp sepetine attığı kağıt parçalarının üzerine küçük el yazılarıyla notlar almaya başladı.

Her akşam notlarını çöp kutusundan çıkarıyor ve ayakkabılarının içine gizleyerek KGB merkezinden kaçırıyordu.

Sonra güvenlik görevlilerinin sadece arada sırada çantasını aradığını farketti.

Bu kez kağıtları ceketinin, pantolonunun içinde dışarıya çıkarmaya başladı.

Her gece Moskova'daki dairesine geldiğinde notlarını yatağının altına saklıyordu. Hafta sonları notları, Moskova'nın biraz dışındaki köydeki kulübesine taşıyor, orada daktiloya geçiriyor, kağıtları da yükseltmiş temeller üzerine inşa edilmiş kulübenin döşemesinin altındaki toprağa gömdüğü bir süt yayığının içinde saklıyordu.

Süt yayığı dolunca bu kez bir çamaşır kazanı, sonra iki teneke, iki alimünyum kutu doldurdu.

Her hafta sonu kulübesinin altında fareler, kedi dışkıları arasında sürünerek belge gömüyordu.

1972'den 1984'e kadar buna azimle devam etti. 12 yıl boyunca bir kez bile aranmadı.

Yaz tatillerini bile Moskova'nın 600 kilometre güneydoğusunda, 1918'de Bolşeviklere isyan edince, onlarca insanın karşı devrimci diye asıldığı Penza köyündeki başka bir aile kulübesine köylü kıyafetleri içinde sırt çantasıyla taşıdığı belgeler üzerinde çalışarak geçiriyordu.

Belgeleri okudukça rejime olan öfkesi artıyordu.

Soljenistin'e karşı yapılan karalama operasyonları, sabotaj planları ama en çok Afganistan işgali dosyasından etkilenmişti.

1978'de darbeyle ülkenin yönetimini ele geçiren Afgan sosyalistlerinin hizip liderlerinden Babrak Karmal, KGB ajanıydı.

Aralık 1979'da Kabil Radyosu'ndan 'Amerikan emperyalizminin ajanı' Devlet Başkanı Hafızullah Emin'in devrim mahkemesi tarafından yargılanıp, idam edildiğini o duyurmuştu.

Mitrokhin belgelerden, aslında ABD'yle de ilişki kurmaya çalışan Emin'in sarayı basan KGB özel kuvvetleri tarafından öldürüldüğünü öğrenmişti. KGB timinin başında Aliyev soyadlı bir Azeri KGB ajanı vardı.

1984'de emekliye ayrıldıktan sonra Afganistan KGB dosyaları üzerinde çalışmaya devam etti.

Kimsenin bilmediklerini biliyordu ama bunları kimseye de anlatamıyordu.

Arşivini Batı'ya kaçırıp, herkese anlatmanın zamanını beklemeye başladı.

O zaman 1991'de geldi.

Sovyetler dağılmış, bağımsızlığını kazanmış eski Sovyet cumhuriyetleriyle sınırlar hala belirsiz haldeydi.

Tekerlekli bir çantanın altına belgelerden bir kısmını doldurdu, üzerine giysiler, ekmek, sosis yerleştirdi ve Riga'ya giden bir trene bindi.

Sınırı aranmadan geçti.

Riga'da önce ABD elçiliğine gitti. Ama vize almak isteyen Ruslarla dolu elçilikteki görevli Mitrokhin'in anlattıklarını anlayamadı, bugün git yarın gel dedi.

Sonra İngiliz elçiliğine gitti. Rusça bilen bir kadın diplomat ona çay ikram etti, anlattıklarıyla yakından ilgilendi, belgeleri inceledi.

Mitrokhin, tekrar Rusya'ya döndü.

Belgeleri gömdüğü kulübesine gitti. Toprağın altında sakladığı tenekelerdeki 2000 belgeyi çıkardı. Tekrar sorunsuz sınırı geçerek Riga'ya gitti, İngiliz elçilik görevlisine teslim etti. Belgeler yeniden incelendi.

Ve Mitrokhin ailesiyle birlikte 1992 yılında altı sandığa doldurduğu KGB arşivinden aldığı notlar ve resmi belgelerle İngiltere'ye iltica etti.

MI-5'ın elinde artık 1917'den 1984'e kadar KGB arşivi vardı.

Mitrokhin'in ve arşivin varlığından çok sınırlı sayıda istihbarat yöneticisi ve üst düzey siyasetçinin haberi oldu.

MI5, Mitrokhin ve ailesini gizli bir eve yerleştirdi.

Dört yıl sonra belgeleri incelemek üzere Cambridge Üniversitesi'nden MI5'in resmi tarihçisi Profesör Christopher Andrew davet edildi.

Andrew, Mitrokhin'le tanıştı, belgeleri incelemeye başladı. 1996 yılında belgelerin onay verilen kısmının Andrew ve Mitrokhin imzasıyla kitap olarak yayınlanmasına karar verildi.

Hala Mitrokhin İngiltere ve bütün dünya için bir sırdı.

Kitap hazırlanırken ilk sızıntı 1998 yılında Alman Focus dergisinde çıktı. "Bir kulübede bulunan KGB arşivindeki belgelere" dayandırılan haberde Mitrokhin'in adı geçmiyordu.

Habere göre Alman sosyal demokratlarının efsane lideri Willy Brandt, İkinci Dünya Savaşı sırasında Stockholm'de yaşarken Rus istihbaratı NVKD'ye bilgi vermişti.

Aslında Mitrokhin'in notlarına göre Brandt'ın temas halinde olduğu kişi Leon Troçki'nin Norveçli eski sekreteriydi. Yine belgelere göre KGB 1962'de Kruşçev'in onayıyla Başkakanken Brandt'ı bu belgeleri açıklamakla tehdit etmişti.

Mitrokhin bütün bu yazışmaları not edip, saklamıştı.

1999 yılında Andrew ve Mitrokhin imzalı Mitrokhin Arşivi kitabının ilk cildi çıktı.

Mitrokhin de kitapla ilk kez kamuoyuyla tanıştı.

1200 sayfalık ilk cilt yayınlanmadan önce The Times gazetesine kapak oldu.

Arşiv önce İngiltere'yi karıştırdı. Arşivde KGB'nin İngiltere'deki en uzun süreli ve en değerli ajanının 1930'lardan itibaren Sovyetlere bilgi sızdıran, üst düzey bir kamu kurumunda sekreter olarak çalışmış Melita Norwood olduğu ortaya çıkmıştı. Norwood, İngiliz atom silahlarıyla ilgili bilgileri KGB'ye ulaştıran kişiydi.

Ama 1999 yılında 87 yaşında yaşlı bir kadındı.

Zamanında ondan şüphelenilmiş ama hiçbir işlem yapılmamıştı. Bazı İngiliz gazeteci ve siyasetçilerin de Sovyetlerle işbirliği içinde çalıştıkları ortaya çıktı.

Ama esas skandal İngiliz hükümetinin Mitrokhin'in varlığından yıllar sonra haberdar edilmesi olmuştu. Hükümet ile MI5 karşı karşıya geldi, derin devlet tartışmaları başladı.

Mitrokhin Arşivi kitabından kıvılcımlar diğer ülkelerde de yangınlar çıkarmaya başladı.

İtalya'da KGB'ye işbirliği içinde 250 kişinin listesi ortaya çıktı. Listede dönemin Türkiye'yi de Öcalan yüzünden epey kızdırmış komünist Başbakanı Massimo D'Alema'nın hükümetine yakın çalışan bir görevlinin de adı vardı.

Liste İtalya'yı ve hükümeti sarsmıştı. Araştırma komisyonu kuruldu. Belgelere göre o sırada Avrupa Komisyonu başkanı eski İtalya Başbakanı Romano Prodi de Aldo Moro'nun kaçırılması sırasında yanlış bilgilendirilerek KGB tarafından kullanılmıştı.

KGB'nin Papa'yı uzun süredir takipte olduğunun ortaya çıkması Papa suikastı ile KGB ilişkisine dair tartışmalara neden oldu.

Arşivin ikinci cildinde Batı ve Avrupa dışındaki ülkelerdeki KGB faaliyetlerinin belgeleri vardı. Belgelere göre Hindistan Başbakanı Indra Gandi, KGB'den çantayla para almıştı.

Filistin lideri Mahmud Abbas 1980'lerde KGB'ye çalışmıştı.

KGB'nin Filistin'deki esas adamı ise 70'lerde Türk solcularını da kamplarında eğiten George Habash'ın liderliğini yaptığı Marksist-Leninist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin (PFLP) iki numarası Wadi Haddad'dı.

Belgelerde yok yoktu.

KGB, ABD Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Henry Kissinger'ın telefonunu dinletmişti, tüm ABD silah fabrikalarında casusları vardı, Fransa'da 35 kadar üst düzey siyasetçi Soğuk Savaş sırasında KGB için çalışmıştı. Batı Almanya'da KGB, bütün siyasi partilere, yargıya ve polise sızmıştı. Savaş durumunda ABD, Kanada'da hatta İsviçre'de kullanılacak gizli silah depoları hazırlanmıştı.

İsviçre'de altına telsizli bomba zulalarının gömüldüğü küçük bir şapel bulunmuştu.

En dikkat çekici belgeler ise özel sabatoj planlarıydı.

Mitrokhin belgelerinde yayınlanan özel sabatoj planları, 1967'de KGB başkanı olan Andropov'un talimatıyla hazırlanmışlardı.

Her sabotaj eyleminda aynı kavramlar kullanılıyordu. Eylemlerin adı; 'Zambak'tı. (Liliya). Patlayıcı cihazına 'Buket' deniyordu. Sabotajcıdan ise 'Bahçıvan' (Sadovnik) olarak bahsediliyordu.