"Hidrojen bombasını anlatmışsın, tam anlamadım"

Geçen hafta Türkiye'de dikkatleri pek çekmeyen haberi Belarus devlet haber ajansı Belta geçti. Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko, Brest bölgesine ziyareti sırasında, Rusya'nın Belarus'a yerleştireceği nükleer silahların yarıdan fazlasının ellerine ulaştığını ve ülkenin çeşitli yerlerine dağıtıldıklarını söyledi: "Nükleer silah güvenliktir. Fakat Tanrı korusun da bu silahları kullanmamız gerekmesin. Her şeye rağmen bunun olmamasını diliyorum. Bizler barışçıl insanlarız. Yaptığımız şey silahlarla oynamak değil, ancak ülkemizi korumak için her an hazırlık yapıyoruz." (adsbygoogle window.adsbygoogle || ).push({}); Rusya'nın Batı'daki son kalesi Belarus'a yerleştirdiği İskenderlerin hedefi tabii ki NATO müttefiki ülkeler. Peki, Lukaşenko'nun dediği gibi Tanrı korusun bir gün o silahları kullanmaları gerektiğinde cevap nereden gelecekTabii ki ABD'nin NATO müttefiki ülkelere yerleştirdiği taktik nükleer bombalardan. Şu saat itibarıyla Avrupa'daki NATO müttefiki beş ülkedeki altı üstte 150 nükleer bomba var. Bu ülkeler; Almanya, Hollanda, Belçika, İtalya ve Türkiye. Bu taktik nükleer bombalar 1963'te Küba Füze Krizi'nden sonra Oppenheimer'ın kurduğu Los Alamos'ta üretilmiş B61 taktik nükleer bombalar. Jetlerin atabildiği bu bombalar 1968 yılında stoklara girdi ve 1969 yılından itibaren de Avrupa'daki NATO üstlerine yerleştirilmeye başlandı. 1971 yılında Avrupa'daki üstlerdeki taktik nükleer bombaların sayısı 7 bin 300'e çıkmıştı. Sovyetlere cephe ülke Türkiye'de Adana İncirlik, İzmir Çiğli, Ankara Mürted ve Balıkesir'deki üstlerde taktik nükleer bombalar bulunuyordu. Sayının azalmaya başlaması 1974 Kıbrıs Harekâtı sırasında nükleer bombalara sahip iki NATO üyesi Türkiye ve Yunanistan'ın karşı karşıya gelmesiyle başladı. Dönemin ABD Savunma Bakanı, nükleer bombaların anahtarını elinde tutan Amerikalı subaylarla görüşmek istedi. Gizliliği kalkan Amerikan belgelerine bakılırsa bu pek de kolay olmadı. İkinci kriz Şubat 1975'de ABD Kongresi Türkiye askeri yaptırım uygulama kararı alınca Demirel hükümetinin İncirlik ve İzmir'deki NATO üsleri hariç ABD askeri tesislerini kapatınca yaşandı. Gizliliği kalkan ABD Başkanı Ford'un olduğu bir Oval Ofis güvenlik krizi toplantısı kayıtlarına bakılırsa, ABD önce bir sorun olduğunu söyleyerek nükleer bombalarını çekmeyi düşündü. Bu arada üstlerin kontrolünü Türk askeri ele alırken nükleer başlıkların olduğu bir üstün olduğu bölgeye birkaç Türk'ün girdiği" haberleri geldi. Talimata göre dışarıyla bağlantı kesildiği anda nükleer bombayı koruyan Amerikan askerinin yaklaşan yabancıları vurma yetkisi vardı. Bu daha büyük demekti. Talimatın değiştirilmesi tartışıldı. Sonra "Türk hükümetinin olgun davranması" karşısında nükleer bombaların çekilmesinden vazgeçildi. Türk askeri 1978'deki ambargo kalkıp üstler ABD'ye verilene kadar nükleer bombaların depolandığı alanlara hiç yaklaşmadı. 80'lerdeki ABD-Sovyet yakınlaşması ve 91'de Demir Perde'nin çökmesi sonrası Avrupa'daki nükleer bombalar azaltılmaya başlandı.Bu kapsamda ABD, 1996'da Ankara Akıncı ve Balıkesir'deki nükleer bombalarını İncirlik Üssü'ne nakletti. Bombalar 2005 yılına kadar burada bekledi ve o yıl Amerika'ya yani evine geri döndü.Bu arada ABD, 2001'de Yunanistan'dan, 2006'da da İngiltere'den bu ülkelerin isteği üzerine nükleer bombalarını geri çekti. 2001'de Türkiye'de 90 nükleer B61 tipi taktik nükleer bomba varken bu sayı 2011'de 70'e düşmüştü.En büyük krizlerden biri 2016 darbe girişimi sırasında yaşandı. Darbecilerin yakıt ikmal uçakları için kullandığı üstün elektrikleri günlerce kesildi, üst komutanı Türk albay darbeden tutuklandı. ABD'nin güvenlik nedeniyle nükleer bombalarını Romanya'ya gönderdiği iddia edildi. Ama daha sonra iddialar yalanlandı. Uzun yıllardır ABD'nin nükleer stokunu, bilgi edinme hakkını kullanarak takip eden ve raporlayan Prof. Dr. Hans Kristensen'ın 2017 ve 2019'da sivil Maxar uydularından elde ettiği görüntülere bakılırsa çekilmesi için bazı tatbikatlar yapılsa da üstte hala nükleer bombalar var. Türkiye'deki nükleer bombaların geri çekilmesi ile ilgili ABD yönetimine yönelik en ciddi iç kamuoyu baskısı 2019'da geldi. 2019'da Trump'ın izin vermesiyle Türkiye'nin PYD kontrolündeki bölgelere askeri operasyon yapması sonrası ABD'de Türkiye karşıtlığı Demokratlarla, Cumhuriyetçileri birleştiren bir ulusal pozisyona dönmüştü. Türkiye'nin artık güvenilir bir müttefik olmadığı tezinin alıcısının çok olduğu günlerde bir tartışma da başlamıştı: Peki ya Türkiye'deki nükleer silahlarTürkiye'de iç siyasette de çok tartışılan Biden'ın seçim kampanyası sırasında New York Times'a söylediği "muhalefete destek vermeliyiz" sözleri de aslında New York Times'ın bütün Demokrat başkan adaylarına sorduğu standart nükleer bombalı Türkiye sorusunun cevabıydı: "Erdoğan'ın davranışları göz önüne alındığında ABD'nin Türkiye'de hala nükleer silah bulundurması konusunda kendinizi rahat hissediyor musunuz"Aynı günlerde 2019'da ünlü Amerikan dış politika dergisi Foreign Policy'de "Türkiye uzun süredir nükleer rüyalar görüyor" başlıklı bir makale çıktı. İçindeki analizler bir tarafa makalenin esas ilginç kısmı gizliliği kalkan 26 Eylül 1966 tarihli bir Amerikan gizli telgrafının yayınlanmasıydı. Washington'daki Dışişleri Bakanlığı'na telgrafı yazan dönemin ABD Büyükelçisi Parker T. Hart'tı.Telgrafın başlığı; "Atom silahları geliştirmeye Türklerin ilgisi"ydiHart, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ndeki maden ataşesi Clarence Wendel'in "güvenilir" bir Türk bilim adamıyla buluşmasından elde ettiği bilgileri aktarıyordu.Büyükelçi bilgiler çok önemli olduğu için özel olarak göndermek istediğini yazmıştı. Gizli telgrafa göre bir TÜBİTAK çalışanı, ABD Ankara Büyükelçiliği maden ateşesi ve bilim uzmanı Clarence Wendel'den randevu istemiş ve yarım saat içinde de konsolosluğa gitmişti. Tübitakçı Türk kaynak, Amerikalı ateşeye bir gece önce, MTA Genel Müdürü Sadrettin Alpan'dan öğrendiği bir bilgiyi aktarmıştı.Alpan'ın verdiği bilgiye göre dönemin kudretli generallerinden Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Refik Tulga, Alpan'dan, nükleer bomba geliştirilmesi projesinde, kendisi ve ODTÜ Fizik Profesörü Ömer İnönü ile ile işbirliği yapmasını istemişti.Telgrafa göre "Bu bilginin askeri ve politik olarak gizli olduğunun farkında olan TÜBİTAK personeli, bu projenin Türkiye'nin bilimsel ve ekonomik kaynaklarının çoğunu yutacağından kaygılı olduğu için" gidip Amerikalı ateşeye yetiştirmişti.Hart, Türkiye'nin nükleer silahlanma konusunda kararlı olduğu konusunda kuşkuluydu, ancak Türkiye'nin bölgede nükleer silahlanma yarışının hız kazanması durumunda bir acil durum planı hazırlıyor olabileceğini düşünüyordu. Aslında ABD'nin o yıllarda nükleer konularında esas kaygılandığı müttefiki Fransa'ydı. Peki ya Türkiye de Fransa'yı takip edebilir miydi Büyükelçi Hart, bu ihbarı destekleyen bazı verileri de telgrafa yazmıştı: "Türkiye'nin İstanbul'da 200 mega-watt'lık bir nükleer reaktör planlandığına dair tekrarlanan iddiaları", "düşük dereceli cevher yataklarında 300 ila 600 ton uranyum rezervinin stoklanması" ve "atom enerjisinin barışçıl kullanımına ilişkin ikili anlaşmanın uzatılması görüşmeleri sırasında Türk müzakerecilerin geciktirme ve pazarlık taktikleri, ki bu da esas olarak koruma sorumluluğunun ABD'den Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na devredilmesiyle ilgiliydi."Fakat telgrafta Amerikalıları esas endişelendirmesi gereken bilgi ise hatalı yazılmıştı.Ama ona geçmeden son maddeyle yani atomun barışçıl kullanımıyla ilgili kısa bir parantez açmak gerek.Bir taraftan nükleer savaş teknolojisini ilerleten ABD, 1954'den itibaren de "Barış için Atom" programını başlatmıştı. 1955 Mayıs'ında ABD, pek çok müttefik ülke ile birlikte Türkiye ile de atom enerjisinin barışçıl amaçlarla kullanımı için bir işbirliği anlaşması imzaladı. Anlaşmaya göre Amerikan yönetimi nükleer araştırma reaktörleri konusunda Türkiye ile işbirliği yapacak ve bunun için 6 kilodan daha fazla olmamak şartıyla Türkiye'ye 20 zenginleştirilmiş Uranyum verecekti.Menderes hükümeti, 1957'de Türkiye'nin ilk maden mühendisi Sadrettin Alpan başkanlığında Atom Enerjisi Komisyonu'nu kurdu. 1960'da Maden Tektik Araştırma'nın başına gelen Alpan, Türkiye'de uranyum rezervleri bulunmasına öncülük etti. Küçükçekmece Gölü kenarında kurulan atom reaktörü 1962 yılında açıldı. Her ne kadar şimdi resmi sitesindeki hikayesinde "06011962 tarihinde saat 19:14'de TR-1 reaktörü "kritik olmuş", 27051962 tarihinde Cumhurbaşkanının katılımı ile resmi açılışı yapılarak Merkezin kuruluşu tamamlanmıştır" denip üzerinden atlansa da merkezin kurulması için esas gerekli olan 4 kilo uranyum ABD'den 21 Eylül 1961'de Türkiye'ye getirilmişti. Parantezi kapatıp, 1966 yılına ait Amerikan belgesine geri dönelim.Okuyan her ortalama Türk okurun fark edebileceği gibi ODTÜ Fizik'te profesör olan İnönü, Ömer değil Erdal'dı.Aslında, 50'lerin ilk yıllarında Kayalıbay olarak bilinen cinayet davasının sanığı ve 1972'de Deniz Gezmişlerin bırakılması için kaçırılan bir uçağın yolcusu olmak dışında gözlerden ırakta yaşamış Ömer İnönü de İTÜ'den mühendis olarak mezun olduktan sonra 1945 yılında dönemin en iyi üniversitelerinden CALTECH'e yüksek lisansa gitmiş, nükleer, kuantum fiziği alanlarında dersler almıştı. 1947'de Ankara Fizik'ten mezun olan kardeşi Erdal İnönü de yüksek lisans için CALTECH'i seçti ve ağabeyinin yanına gitti.İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasıydı. ABD Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombaları atmıştı. Stalin ise Türkiye'den toprak istiyordu.Cumhurbaşkanı İnönü, bir taraftan ABD ve İngiltere'nin desteğiyle Rusları dizginlemeye çalışırken, diğer taraftan da ABD'deki oğullarıyla mektuplaşıyordu. Can Dündar, bu mektupları "Canım Erdalım, Sevgili Babacıgım : Erdal I?nonu - I?smet I?nonu Mektuplas?maları" kitabında biraraya getirdi.28 Ekim 1947 günkü mektubunda İsmet İnönü, oğullarına şöyle yazmıştı: "Ruslarla Sarper'in çekişmesini nasıl buldunuz Dostlarımız bizi iyi desteklediler. Doğrusu memnun oldum." İki kardeş bir süre beraber dersler gördüler. İkisi de Atomic Physics dersini A ile geçmişti. Kuantum mekaniği gibi hiç bilmediği bir alanla karşılaşmak Erdal İnönü'yü heyecanlandırmıştı. İkinci dönem aldığı The Theory of Electrons dersini ise çok sevmişti.ABD'den babası İnönü'ye yazdığı mektupta dersi aldığı hocayı anlatmıştı:"Enstein diye yaşlı bir Rus Yahudisi veriyor. Yirmi beş senedir Amerika'da; meşhur teorik fizik profesörü. Aramız iyi, geçen term'de verdiği desrten A almıştım."Bir süre sonra derslerini bitiren Ömer İnönü, onları ziyarete gelen Pamukların arabasıyla (Orhan Pamuk'un babası ve amcası) üniversiteden ayrılıp, Türkiye'ye doğru yola çıktı.Yalnız kalan Erdal İnönü ise nükleer ve atom çalışmalarının ortasında dersler almaya devam etti.Baba-oğul İnönüler arasındaki mektupların en hararetli konularından biri de atom ve hidrojen bombalarıydı. İsmet Paşa özellikle Türkiye'yi tehdit eden Sovyetlerin atom bombası geliştirip geliştirmediğini merak ediyordu. 26 Eylül 1949 tarihli mektupta oğluna şöyle yazmıştı:"Rusların atom bombasını bulmuş olmaları günün en mühim havadisi. Derler ki bu daha chain reaction (zincirleme reaksiyon) safhasıdır işin. Bu sahfanın bomba, yani silah haline gelmesi için de seneler lazımdır. Bir İngiliz hava generalinin bana söylediği fikir veya tahmindir bu. Bilmem sen dersin"Erdal İnönü'nün kitapta olmayan mektupta babasının merakını giderdiği anlaşılıyor.Ama İsmet Paşa, ilerleyen mektuplarda hal hatırdan sonra oğlundan daha fazla ayrıntı istedi: "Ömer bu sabah Time dergisinde bana atom bahsine (Rusların patlattıkları bombaya) sair bir makale gösterdi. Beraber okuduk. Enteresan, senin dediğin gibi chain reaction devrinin geçildiği anlaşılıyor. Fakat Gaseous diffusion sistemi ile electromagnetic separation usullerinin farkını anlatıyor. Senin dediklerinden anladığımı teyit eden bir mana çıkardım. Kalite farklı ile stok farkı kalacağa benziyor. Sizin laboratuvar çalışmasında kaçağı bulup bulmadığınıza dair bir işaret bekliyorum."İnönü'nün teknik tabirlere aşinalığı dikkat çekiciydi. Bahsettiği laboratuvardaki kaçağın, daha sonraki mektuplarda bulunduğu anlaşılıyor ama o kaçağın ne olduğu ise tam