Hayır, bu Türklük Sözleşmesi değil!

"Biz aşağıda imzası yer alanlar Türkiye'nin cumhuriyetçi birikimini bu iddianın arkasında durmaya çağırıyoruz: Barış ve kardeşlik istiyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti'nin, Lozan Anlaşması'nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını; yeni-Osmanlı hayallerini, Türkiye İmparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmaları, ümmetçiliği, etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapı ve kurumları istemiyoruz. Barış ve kardeşlik ve de bağımsız ve laik bir ülke, eşitlikçi bir düzen, planlı bir ekonomi istiyoruz. Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz."

Sondaki cümlelere gelene kadar ki kısım 2000'lerin başında bir Genelkurmay Başkanlığı açıklaması olarak karşımıza çıkabilirdi.

İYİ Parti ve Zafer Partisi'nin çözüm süreci karşıtı mitinglerinde de epey alkış alırdı.

Herhalde bu yüzden sonuna konuyla ilgisiz bir "planlı ekonomi istiyoruz" cümlesi eklendi ki bunun bir Türkiye Komünist Partisi bildirisi olduğu anlaşılsın.

Genel olarak kendilerini diğer sol partilerden, Kürt siyasetine mesafeli kızıl bir Kemalist-laik-ulusalcı çizgi benimseyerek ayrıştırmaya çalışan- hatta bu çizgiyi abartan parti elamanlarından biri gidip Osman Kavala'nın 9 yıldır hapiste olmasına neden olan ilk Sorosçu ihbarını savcılığa yapmıştı- TKP'nin böyle bir bildiri yayınlamasının haber değeri pek yok.

Ama 3 yıl öncesine kadar Deniz Kuvvetleri İstihbarat Başkanı olan emekli Tuğamiral Yalçın Özkütük ile Korkut Boratav ve Nejat Yavaşoğlu'nu aynı bildirinin altına imza attıranın ne olduğu üzerine konuşmak gerek.

Çözüm süreci ve PKK'nın silah bırakması üzerine yazılmış bir bildiride konuyla ilgili olabilecek tek cümle, güzellik yarışmalarında edilmiş de olabilecek bir "Barış ve kardeşlik istiyoruz" cümlesi.

Geri kalan cümlelerde ise geleneksel ulusalcı-Kemalist-laik evhamlar, korkular sıralanmış.

Ama okuyunca en önce "Türkiye imparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmalar" cümlesi dikkat çekiyor.

Bu lafı duymamıştım, Googleladım.

Meğerse bu kadar sol, sosyalist, Kemalist entelektüel, gazeteci, akademisyen, aktivistin oturup karşısında bildiri imzaladıkları bu "gayrimeşru adlandırma", AK Partili Mücahit Birinci'nin bir tweetinde geçiyormuş.

Türkiye'nin uçurumdan yuvarlanmasına neden olacak diğer kaygıları da en az bunun kadar kaygı verici.

Peki, son yüzyılda Türkiye'nin sınırlarına karşı en ciddi tehdit olan PKK, 50 yıl sonra silah bırakırken "Mevcut sınırlarımızı" bir bildiriye yazılacak kadar kim tartıştı acaba

Hacı Yakışıklı mı

PKK'nın kendini fesih bildirisindeki Lozan atıflarından "Lozan Anlaşması'nın sorgulanması"na varmışlar.

50 yıl silahla Lozan'ı sorgulatamayan PKK, silah bırakırken ortada bir sebep de yokken Lozan'ı sorgulatacakmış.

"Yeni-Osmanlı hayalleri", "ümmetçilik" Erdoğan'ın Kızılcahamam konuşmasına atıf. Erdoğan herhalde 15 yaşından beri ümmetçi ve yeni Osmanlı hayali içinde. 21 yıllık iktidarda ulaşılamamış bu hayallere PKK'nın silah bırakmasıyla nasıl varılacakmış

PKK, Hamidiye Alayları mı olacak Duran Kalkan, Horasan Erenleri gibi Balkanlara akıncı olarak mı gönderilecek

"Etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapı ve kurumlar" derken de Bahçeli'nin kapalı parti toplantısında Cumhurbaşkanı yardımcıları neden Kürt ve Alevi olmasın sözleri kastediliyor.

En şapka uçuran yer de burası.

İki yıl önce biri, gün gelecek MHP lideri "cumhurbaşkanı yardımcısı Kürt ve Alevi olsun, ne var" noktasına gelecek ama buna sosyalistler itiraz edecek dese kim inanırdı acaba

Peki, nasıl olmuş da pek çoğu Kürt meselesiyle ilgili de bir bildirinin altına imza atabilecek bu kadar solcu çözüm süreciyle tetiklenip ülke uçuruma sürükleniyor diyen bir bildiriye imza atmış

Çözüm süreci ilerledikçe, kaçınılmaz olarak iktidarla işbirliği yapıyor diye muhalif kesimlerde Kürtlerin dokunulmazlık zırhının kalkacağını, onlara atışın serbest hale geleceğini, hatta bunun Kürt meselesi inkarcılığına, ulusalcılığa, milliyetçiliklere kadar varacağını daha önce yazmıştık.

Bu oluyor ve olacak.

Ama burada olan Türklük Sözleşmesi'nin devreye girmesi değil.

Muhtemelen, son çözüm sürecine soldan, sosyalist kesimlerden, muhalefetten gelen itirazlar, bitmeyen kaygılar, masaya oturmayız tepkileri herkesin aklına Barış Ünlü'nün ünlü Türklük Sözleşmesi tezini getirmiştir.

Kitapta Türklük Sözleşmesi; Türkiye'nin yazılı olmayan esas anayasası, bilinçdışı düzeyinde bir körlük, Türkleri yeri gelince birleştiren bir ortak imtiyazlı ve üstünlükçü olma duygusu olarak tarif ediliyor.

Değerli ve cesur bir anlama çabası ama her şeyi açıklayan gizli bir formül muamelesi yapılmasını hep sorunlu buldum.

Çünkü, milliyetçilik, Türklük herşeyin arkasındaki esas motif, en geniş kapsayıcı kimlik hiçbir zaman olmadı.

"Kürt meselesi Türkiye'nin en büyük sorunu", "o çözülmeden hiçbirşey düzelmez" gibi abartılara da hiçbir zaman inanmadım.

Bunlar bana Türk ve Kürt demokratların daha büyük meselelerle yüzleşmemek için buldukları ahlaki sığınma pozisyonları geldi.

Nitekim Kürt meselesinin en önemli kısmı olan silah meselesi bugün çözülürken, yıllarca Kürt meselesi en büyük mesele, o çözülmeden hiçbirşey çözülmez diye sloganlar atanların bir kısmı başka büyük meseleleri olduğunu keşfetti, onlar çözülmeden bu da çözülemez hatta çözülmemeli demeye başladı.

Eğer gerçekten herşeyin arkasında bir Türklük Sözleşmesi olsaydı bugün Türklüğünden şüphe edilemez MHP çözüm sürecini hararetle savunurken, kendini hiç Türklükle tarif etmemiş sosyalistler uçuruma yuvarlanan Cumhuriyet için bildiri imzalamazdı.

Aslında bildiri kaygının milliyetçi ya da Türklük Sözleşmesi'nden kaynaklı bir kaygı olmadığını bizzat söylüyor.

Çünkü PKK silah bırakırken bile dile getirilen kaygılar Türkiye'nin geleneksel İslam-laiklik, gericilik-ilericilik çatışmasının kaygıları.

PKK silah bırakırken "Türkiye İmparatorluğu" kaygısına düşmenin milliyetçilik ya da Kürt karşıtlığıyla bir ilgisi olmasa gerek.

Burada aslında bütün bu evhamları ve kaygıları üreten tweetler, yazılar, konuşmalar da değil. Onlar da bunların ciddi olmadığının farkındalar.

Esas kaygı verici olan; 50 yıllık bir tarihi meseleyi iyi bir şey bile yapması bile istenmeyen ontolojik düşman AK Parti ve MHP iktidarının yapması, Kürtlerle bu iktidarla işbirliği yapıp muhalefet bloğundan kopması.

DEM-PKK çizgisinin 1970'lerden beri bir biçimde parçası olduğu sosyalist- laik muhalefet bloğundan ayrılması bir sonraki seçimin sonucunu etkileyebilecek bir mesele.

Yani mesele Kürtlerin meseleleri değil, İslamcı iktidar karşısında laik muhalefetin meseleleri.

Aslında her zaman öyleydi.

Sosyalistler uzun yıllar boyunca Kürt meselesini görmediler.

Türkiye Komünist Partisi geleneğinin en önemli isimlerinden Şefik Hüsnü, Şeyh Said isyanı için şöyle yazmıştı: "1925 yılı başında Kürtlerin büyük dinci, gerici ayaklanması, milliyetçi burjuvaziye Anadolu'nun doğu vilayetlerindeki feodal düzenin kalıntılarını tasfiye etmek için iyi bir fırsat oldu..."

1928'de Komünist Enternasyonale sunulan raporda ise isyanın bastırılması yetersiz bulunuyordu:

"Kemalist iktidar, Kürdistan'daki ünlü karşı-devrimi (1925) bile bu bölgede feodal toprak ağalığını tasfiye için kullanamadı. Sadece Kemalist hükümete düşman birkaç feodali cezalandırmakla yetindi."