Hâlâ hangi yüzle mi konuşuyor

Yılmaz Karakoyunlu hayatını kaybetti. ANAP'ın önde gelen isimlerinden, eski bakan, etkileyici bir konuşmacı, iyi bir liberal ama hepsinden daha önemlisi çok iyi ve cesur bir yazardı.

1990'ların başında Salkım Hanım'ın Taneleri'ni yazdığında Varlık Vergisi bugünkü gibi üzerinde konuşulmamış hiçbir şey kalmamış bir mesele değildi.

Sonra Güz Sancıları'nı yazdığında da 6-7 Eylül Netflix'te dizileri çıkan popüler bir konu değildi.

Ödüller alan ama dar bir edebiyat çevresi dışında çok da bilinmeyen Salkım Hanım'ın Taneleri esas kıyameti 1999 yılında Tomris Giritlioğlu tarafından filme çekilince koparmıştı.

Türk askerini tecavüzcü göstermekle, devleti karalamakla suçlandı. Bugün muhalif olup sağda solda bağıranlar, o günlerde sırtlarını askerlere dayamış filme bağırıyor, sansür istiyorlardı.

O yıllarda bu yakın tarihin trajedilerinin konuşulması o kadar cesaret istiyordu ki tartışmalara girmek istemeyen Yahudi cemaati, film için sinagog ve mezarlıklarını açmamış, bu yüzden romandaki Lui karakteri filmde Levon'a dönüştürülüp Ermeni yapılmıştı.

Hatta bu yüzden filmin senaristlerinden Etyen Mahçupyan suçlandı.

Cumhuriyet'in tek parti yıllarını eleştiren bir tartışmaya adı Etyen Mahçupyan olan birinin senarist olarak girmesi zaten tek başına cesurcaydı.

Varlık Vergisi'nden en çok etkilenmiş Yahudi Cemaati'nin gazetesi Şalom'da bile filmle ilgili şöyle yazılar çıkmıştı:

"Bu adaletsiz vergiyi insanlık adına kınayalım ama bunu vesile bilip Cumhuriyet'e saldıranların oyununa gelmeyelim."

1999'da Mahçupyan resmi ideolojinin trajedilerinden birini teşhir ederken bu yazıyı yazan Şalom'un başyazarı İvo Molinas'ı dün Etyen Mahçupyan'ın vasatlıktan bahsettiği Serbestiyet'teki programının Twitter'daki lincine katılanlar arasında görünce o günleri hatırladım.

Programa artık streotype haline gelmiş benzer başka tepkiler de geldi:

"Bunlar hala konuşuyor mu" "Verdikleri destekle bugünleri hazırlayanlar utanmadan konuşuyor"

Demokrasinin, özgür düşüncenin eksikliğine vahlanırken sevmediği insanların susmasını, konuşmamasını istemenin garabeti bir tarafa özetle şöyle diyorlardı bu tepkileri gösterenler:

"Siz zamanında AK Parti'ye destek verdiniz, o yüzden bugün AK Parti iktidarının geldiği noktanın, bütün anti-demokratik, hukuksuz uygulamaların mesulüsünüz, artık sizin konuşmaya hakkınız yok, susun."

Susturmak istedikleri insanlar 80'lerden bu yana Türkiye'de en riskli, çetrefil meselelerde sözünü esirgememiş, pozisyon almış, devleti, orduyu, resmi tarihi, yasakları, ana akım medyayı en son da uzun süredir de mevcut iktidarı eleştirmiş insanlar.

Tam da zaten "artık susun" histeri krizlerinin muhatabı olmalarının sebebi de bu.

Aslında "neden çenenizi kapamadınız, herşeyi didiklediniz, bizi mutlu hakikatlerimizle baş başa bırakmadınız, bak İslamcılar da sizden cesaret aldı, onların önünü açtınız" diyorlar.

Sadece yazıp, konuşan insanlara sahip olmadıkları bir güç atfediyorlar.

Zannediyorlar ki onlar fikren sarstığı için AK Parti o eski Türkiye'yi yıktı.

Uzun yıllar fikren söyleyecek pek sözleri de kalmamıştı.

Ama bugün ellerine AK Parti sayesinde bir haklılık kozu geçti.

Otopsi masasında yatan cesede bakıyorlar, postmortem bir analizle Türkiye'nin son 40 yılındaki resmi ideolojiye, statükoya, askeri vesayete uzanmış her eleştiriyi bugünlere gidilen yol dizilmiş taşlar olarak anlatıyorlar.

Başörtüsü yasaklarına karşı çıkmak, askerlerin siyaset üzerindeki gölgesiyle mücadele etmek, resmi tarihi eleştirmek, yakın tarihin konuşulmayan trajedileri üzerinde konuşmak, AK Parti'nim kendi cumhurbaşkanının seçme hakkını savunmak, iktidar partisinin kapatma davasına karşı yazı yazmak hepsi bu suça ortak olmak için yeterli.

Geçenlerde yine Etyen Mahçupyan'ın katıldığı bir Youtube yayınında programcı bir adım daha ileri giderek "1999'da ben gençtim bana sorsaydınız bunların ne olduğunu size söylerdim" bile dedi.

Bahsettiği 1999 yılında; depremde devlet çökmüş, AB reformlarına karşı ordunun bildiriler yayınlıyor, Merve Kavakçı'nın Meclis'ten dışarı dışarı diye kovuluyor, Erdoğan okuduğu şiir yüzünden hapis yatıyordu.

Meğer bu şartlarda Fazilet Partisi içinden kopan Yenilikçilerin aslında çok tehlikeli siyasal İslamcılar olduğunu görmek gerekiyormuş.

Aslında temelde eli CHP'ye gitmeyen, bağnaz diye eleştirdikleri muhafazakarlardan pek farkları yok.

Çünkü karşı tarafta doğuştan bir kusurluluk, varoluşsal bir defo görüyorlar ve asla değişemeyeceklerini düşünüyorlar.

Bu önyargıya da öngörü dememizi bekliyorlar.

Hayat uzun, bazen önyargılar haklı da çıkabilir.

Hele de söz konusu olan 22 yıla varmış bir tek parti iktidarıysa.

Nasıl 27 yıllık tek parti CHP iktidarının her 10 yılı birbiriyle aynı görülemezse, 22 yıllık AK Parti iktidarı da ilk gününden son gününe kadar düz bir çizgide görülemez.

Cumhuriyeti kuran, CHP'yi kuran kadrolardan önemli bir kısmı, 5- 10-20 yıl içinde CHP'ye muhalif hale geldiler. Bu yüzden Halide Edip'i, Karabekir Paşa'yı öngörüsüzlükle suçlayabilir miyiz

Bugün AK Parti'nin pek çok kurucusu muhalefet safında.

Ama AK Parti'yi doğuştan lekeli gören, 2002'den 2024'e kadar uzanan düz bir çizgiden başka bir şey görmeyene bunlar bahaneymiş gibi görünüyor.

Halbuki 2004'de Leyla Zanaları AB reformları içinde tahliye eden AK Parti'ye destek vermek, neden bizi 2024'de AİHM kararlarını uygulamayan bir AK Parti'nin sorumlusu yapsın

Ya da 2008'de Azınlıkların el konmuş vakıf mallarını iade eden, 2013'de Tehcir için taziye yayınlayan, Andımız'ı kaldıran, Dersim katliamı için özür dileyen, 2014'de Çözüm Süreci'ni yürüten AK Parti'ye destek vererek neden bugün neden MHP ile ittifak yapmış yerli ve milli AK Parti'ye giden kapıları açmış olalım