Edirne'de arkada yaylılar çalarken...

1998 yılının mayıs ayı. 44 yaşındaki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, hakkında Yargıtay kararı verilmiş ve belediye başkanlığından alınmış.

28 Şubat'ın kurdurduğu hükümet Erdoğan'ı hızlıca protokol listelerinden çıkarmış.

O günlerde Kırmızı Kitap'ta irtica, PKK'dan daha tehlikeli. Refah Partisi kapatılmış bir parti.

O günlerde Erdoğan, Galatasaray'ın Avrupa maçlarından birini izlemek için başkan Faruk Süren'in davetiyle Ali Sami Yen stadına gider. Ama kapıda bir sorun çıkar. Artık protokol listesinde değildir ve kapıdaki İl Spor müdürlüğü'ne bağlı protokol müdürü onu içeri almak istemez. Ankara'dan özel talimat gelmiştir.

Faruk Süren aranır, kapıya gelir. Başkanlığı sırasında çok iyi ilişkiler kurduğu Erdoğan'ı alır, birlikte VİP tribününe giderler ve maçı oradan izlerler.

Stada Erdoğan girince bir hareketlenme olur, sonra da tezahürat başlar: Recep-Tayyip-Erdoğan

O günler için cesurca bir tezahürattır bu.

Tıpkı geçen gün Diyarbakır stadını dolduran taraftarların attığı tezahürat gibi..

Birinci Lig'e ( yani eskinin ikinci ligine) yükselen Amedspor'un kupa törenine evsahipliği yaptı Diyarbakır stadı.

Kulüp başkanı Aziz Elaldı; şampiyonluk yolunda kendilerine destek verenlere teşekkür etmeye başladı.

Diyarbakır Ticaret Odası başkanı Mehmet Kaya, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Ekrem İmamoğlu, Tuncer Bakırhan, Özgür Özel

Bütün isimler alkış aldı ama tribünlerden bir anda bir tezahürat yükseldi.

O kadar yüksek sesli bir tezahürattı ki başkan ne dendiğini önce anlayamadı.

Tribünler; "Selo Başkan" diye bağırıyordu.

Yani, Selo Başkan'ı unutma, ona da teşekkür et. Amedspor Başkanı, tribünlerden cesaret alarak "Kalbiyle, yüreğiyle yanımızda bulunan ve bize tebrik mesajı gönderen Selo Başkan'a da teşekkür ediyoruz" dedi.

Bu sahne aslında uzun süredir Diyarbakır'da tekrarlanıyor.

En son Newroz mitinginde yine kürsüden adı anons edilince bütün meydan "Selo Başkan" diye tezahürat etmeye başlamıştı.

Demirtaş değil, Selahattin bile değil Selo. Tıpkı Erdoğan değil, Tayyip, sonra da Reis gibi.

Turgut, Tansu, Mesut, Deniz, Bülent'e nasip olmamış, Sülo'ya biraz nasip olmuş bir samimi ilişki bu.

Doğal bir liderlik tezahürü.

Hapishanede olmak o bağları köreltmiyor hatta mağduriyet daha önce de olduğu gibi efsaneyi ve duygudaşlığı büyütüyor.

31 Mart seçimlerinde eşi Başak Demirtaş'ın adaylığının en kritik meselelerden biri haline gelmesi de bize çok doğal gelse de üzerinde oturup düşünülmesi gereken bir politik gücün, etkinin sonucu. İşte nihayet bu üzerinde pek konuşulmayan bu siyasi güç geçen hafta İstanbul'da Rawest Araştırma'nın Kürt Meselesi, Kürt siyaseti ve Demirtaş başlıklı araştırmasının sunulduğu toplantıda masanın üzerine kondu.

Böyle bir araştırmanın bırakın hapiste, dışarıdaki liderler için bile yapılması zaten çok şey anlatıyor.

Taksim'deki bir oteldeki toplantı uzun süredir gördüğüm en çok renkli ve en kalabalık toplantıydı.

Salondaki isimlere bakınca bir ara yanımdakilere "Bu insanların çoğu en son 1995'de Siyaset Meydanı'nda biraraya gelmiştir" dedim.

Kimler yoktu ki: Cengiz Çandar, Hanefi Avcı, Gülay Göktürk, Ali Bayramoğlu, Akif Beki, Ruşen Çakır, Bekir Ağırdır, eski AK Parti milletvekili Nurettin Yaşar, Vahap Çoşkun, Mehmet Kaya, Mesut Yeğen, Murat Sabuncu

Araştırma üzerine Karar'da Akif Beki zaten yazdı. Epey de konuşuldu.

Esas hararetli itirazlar Demirtaş'a karşı öfkeli, refleksif olan kesimlerden, Türklerden, AK Partililerden, milliyetçilerden gelmiyor.

Esas itirazlar Demirtaş'ın DEM Parti'den daha popüler olması, kendi başına bir varlığı olmasına yönelik yükseliyor.