Çözüm sürecinde tümseklere rağmen tekerlek dönüyor

Ortadoğu'da 50 yıldır süren silahlı bir çatışmayı bitirmek; Ortadoğu son 20 yılın en çalkantılı günlerinden geçerken, Türkiye'de otoriter sert rüzgarlar eserken ve karşımızda ideolojik olarak katı bir örgüt varken tabii ki pürüzsüz ve düz bir çizgiyi izlemeyecekti.

Öyle de oluyor.

Çözüm sürecinde iklim saati saatine değişiyor.

Halep'te çıkan bir silahlı çatışmadan, Meclis'te atılan Apo sloganlarına, Strasbourg'da AİHM'e yapılan bir itirazdan, Şam'daki bir toplantıya kadar herşey sürecin akışını etkiliyor.

Ama yol kazalarına rağmen ana gidişat hala çözüme doğru. Çünkü esas olarak bu kararı vermiş devlet ve örgütün stratejik kararında hala bir değişim yok.

O yüzden gelişmeleri izlerken ana rotadan gözleri ayırmamak gerek.

Perşembe günü eski akil insan grubundan yaklaşık 20 isimle biraraya gelen DEM Parti eşbaşkanlarıyla konuşurken de konu Türkiye'deki anti demokratik uygulamalar ile çözüm süreci arasındaki çelişkiye gelip tıkandı.

Ama Türkiye bir diktatörlük de olsaydı, bu çözüm değerli olurdu ve 50 yıllık silahlı bir çatışmanın bitmesi, silahlı bir örgütün kendini fesh etmesi ve 100 yıllık bir meselede normalleşme imkanını ortaya çıkması için mücadele etmeye değerdi.

Şu anda DEM Parti'nin Türkiye'deki demokrasiye yapabileceği en somut ve en önemli katkı bu sürecin başarıyla bitmesi için uğraşmaktır.

Bütün akil insanlar DEM Parti'nin bu süreci mahalle baskılarına karşı sabırla, müzakereden vazgeçmeden ve toplumsal hassasiyetleri gözeterek yürüttükleri için kutladı toplantıda.

Ama dün Meclis'teki görüntüler bu başarı hikayesine gölge düşürdü. Diyarbakır'dan Ankara'ya Öcalan'ın özgürlüğü için yürüyen kadınların Meclis'te Apo sloganları atması dün süreci topluma ihbar etmek için fırsat kollayanlara verilmiş ciddi bir koz oldu. Üstelik, önceki gün bizzat Bahçeli aynı Meclis'te kürsüye çıkıp komisyonun Öcalan'la görüşmesine destek vermişken bu sloganlar herhalde en çok onun sesini bastırdı.

Peki sürecin diğer adreslerinde son durum ne

Önce en sıcak olan Suriye'ye bakalım.

10 Mart Mutabakatı'nın üzerinden geçen 7 ay sonra Şara ve Mazlum Abdi nihayet dün Şam'da tekrar biraraya geldiler.

Üstelik bir gün önce Halep'te ipleri koparacak bir çatışmanın sabahında.

Önceki gün ABD Suriye Özel Temsilcisi Barrack, Haseke'de Abdi ve diğer SDG'li yöneticilerle görüşmüştü. Görüşmeye CENTCOM komutanı da katıldı.

Barrack oraya tam da Türkiye'nin istediği gibi SDG'yi Şam'la entegrasyona ikna için gitmişti.

Ama ne tuhaftır ki; o görüşme ile ilgili Türkiye'de tartışılan SDG karargahında Barrack ve Abdi'nin çektirdiği fotoğrafta arkalarında Hatay'ı Suriye sınırları içinde gösteren bir harita olduğu iddiası oldu.

Arkalarındaki harita denen ise SDG'nin 2015'den beri kullandığı, bir kere Suriye-SDG haberi okumuş herkesin görmüş olması gereken logosu ve bayrağıydı.

SDG, bayrağında ortasından Fırat nehrinin geçtiği vurgulanmış bir Suriye haritası var.

Muhtemelen 2015'de henüz Esad işbaşında olduğu için üretilen logo ve bayrakta alınan harita da o gün Suriye'de dolaşımda olan bir Suriye haritası silüetinden alınmış.

Malum, Esad ve Baas Suriyesi Hatay'ı Suriye haritasında gösteriyordu.

Ama Esad düşerken bile Esad'la görüşülsün diyenlerin dikkatini 10 yıl sonra SDG logosundaki Suriye haritası çekti.

Sonuç itibarıyla bu bir harita değil, bir logo ve bir bayrak.

Logodaki haritada Hatay'ın da olduğunu çok dikkatli bakmazsanız farketmek bile zor. SDG'liler bile o logodaki haritada Hatay olduğunun farkında olmayabilir. Nihayet, SDG'nin Arap milliyetçiliğinin bir iddiasına sahip çıkmak için bir sebebi yok. Hatay'ın Kürdistan'ın içinde olduğunu Halil İbrahim Baran bile savunmuyordur.

Barrack'ın ise o haritanın Suriye haritası olduğunu bilmesi bir entelektüellik işareti sayılabilir.

Ama Barrack'ın Türkiye için kritik görüşmesine bakınca sadece 10 yıllık bir logodan Hatay paranoyası görenlere bunları anlatmak kolay değil.

CHP'nin 2015'de Barış Bildirisi'ni imzaladığı içib KHK'yla ihraç edilmiş profesör dış politika kurmayı bile bu o resme bakınca Hatay paranoyası ve SDG ile omuz omuza Barrack ihbarcılığından başka bir şey görmezken…

Neyseki sahadaki durum daha rasyonel gidiyorç.

Dünkü Şara-Abdi görüşmesinden önceki gece Halep'in Kürt mahalleleri Şeyh Maksud ve Eşrefiye karışmıştı.

10 Mart Mutabakatı'na göre SDG bu mahallerden askerlerini çekti. Asayiş güçleri olarak mahallelerden kaldılar.

SDG ve Suriye devletinin ortak güvenlik noktaları kuruldu.

Olaylar Şam'a bağlı askeri kuvvetlerin, SDG'nin bölgedeki gizli bir tünelini tespit etmesiyle başladı.

Tünel, ortak kontrol noktalarından birinin yakınlarına çıkıyordu.

Tünelin imhası sırasında Şeyh Maksud mahallesinin giriş ve çıkışları kapatıldı. Bu ablukaya karşı SDG de kendisine yakın ahaliyi sokağa döktü.

Protestocular gazla ve sert biçimde dağıtıldı. Bu sırada Şam yönetimi güçlerine ateş açıldı ve silahlı çatışma başladı. Çatışma basit silahlarla sınırlı kalmadı. SDG güçleri roket atarlarla saldırılar yaptı. Saatler süren çatışmalardan en az 3 kişinin öldüğü iddia ediliyor.

Gece yarısına doğru da bölgede ateşkes ilan edildi. Suriye İçişleri, çatışma istemediklerini açıkladı.


10 Mart Mutabakatı uygulanmadıkça bölgede tansiyon artıyordu. Yer yer çatışmalar çıkıyordu ve tansiyon Halep'te patlamış oldu.

Bu tansiyonu yükseltenin hem mutabakata imza atıp hem de onun gereğini yapmamak için ayak sürtmek dışında tam tersi sinyaller veren SDG olduğu açık.

Mutabakata uymayan SDG bu yüzden Türkiye'den gelen askeri operasyon tehditlerine karşı bir süredir savaş hazırlıklarını artırmıştı.

Tabka, Rakka, Haseke ve daha pek çok yerde bu savaş hazırlığı için tüneller kazmaya başladılar.

Yine SDG bölgesindeki Arap şehirlerinde Arap aşiretlerin isyanı korkusuyla çok sayıda Arap erkek gözaltına alındı. Son dört hafta içinde bu gözaltıların sayısı 300'ü geçti.

Yani SDG bir tülü güven sorunlarını aşamadı, hep teyakkuz halinde kaldı.

Alevi ve Dürzi katliamları bu güvensizliği artırdı.

Halbuki, SDG için hiçbirşey Esad öncesindeki gibi değil Suriye'de.

Artık ABD, kartlarını Şam'da istikrarı sağlamaktan yana açık oynuyor. SDG'yi de açıkça anlaşmaya zorluyor.

Bütün Batı, Körfez ve Türkiye Şam'a destek verirken, İran ortalıklarda yokken SDG'nin hala
parasını tünel ağı kurmaya harcaması, geniş gözaltı dalgalarıyla Sünni Arapları kızdırması ve açıkça İsrail'e sırtını dayayıp bağımsızlık isteyen Süveyda'daki Dürzilerle ittifak görüntüsü vermesi pek de anlaşma sinyali veren tutumlar değildi.

1 milyonu bile bulmayan ülkenin yüzde 10'undan az bir nüfusla Suriye'nin 3'te 1'ini, Arap şehirlerini ve petrol bölgelerini elinde tutabileceğini düşünüyor SDG.

Halbuki elinde bundan çok daha değerli bir alternatif var: Yeni kurulan bir ülkeye ABD'nin garantörlüğünde ortak olma şansı. Üstelik demografik olarak gücünün çok üstünde bir katılımla.