Barış zordur. Bunu da en iyi CHP'lilerin bilmesi gerekir.
Çünkü en azından onların kollarına dövme yaptıkları, arabalarının arkasına imzasını yapıştırdıkları, çocuklarına adını verip, neredeyse her gün bir vesileyle anıp hak verdikleri Atatürk'ün kaleme aldığı tek kitap olan Nutuk'u okuduklarını varsayıyoruz.
Nutuk'u okuyunca Atatürk'ün İstiklal Harbi'nden sonra en çok Lozan Barış'ında zorlandığını görürüz.
Çünkü Lozan'a Türkiye İstiklal Harbi'nin muzaffer ülkesi olarak gitmiştir.
Masada karşısında ülkenin kadim başkenti İstanbul'u işgal altında tutan, bir yıl önce Yunanlılara Anadolu'yu işgal ettirip, altı yıl önce Suriye-Filistin cephelerinde yüzbinlerce Osmanlı askerini şehit etmiş, 9 yıl önce Çanakkale'ye dayanmış İngiltere vardır.
Masanın üzerinde ise ülkenin yüzlerce yıldır parçası olan Musul, Trakya, Adalar, Hatay ve boğazların egemenliği vardır.
Barış için tavizler verilmek zorundadır. Alternatifi savaş devam etmek, ordu ile İstanbul'a, Çanakkale'ye, Batı Trakya'ya ve Musul'a yürümekti.
Ama bu savaş yorgunu bir ülkeyi on yıl daha savaşa sürüklemek anlamına gelecekti.
O yüzden tavizlerin verilmesi zorunluydu.
Ama bu hem halka anlatılmalıydı hem de anlaşma hala muhaliflerin olduğu Meclis'ten geçirilmeliydi.
Mustafa Kemal ikna turlarına çıkmıştı:
"Eskişehir'den itibaren, İzmit, Bursa, İzmir, Balıkesir'de halkı münasip mahallerde toplayarak uzun hasb-i hallerde bulundum. Ahalinin, bana istedikleri gibi serbest sualler tevcîh etmesini talep ettim. Sorulan suallere, cevap teşkil etmek üzere, altı saat, yedi saat devam eden konferanslar verdim.
Lozan Konferansı müzâkerâtını, cereyân ettiği gibi, her yerde hulâsa ediyordum. Neticenin müsbet olacağı hakkındaki kanaatimi de beyan ederek milletin müsterih olmasına çalışıyordum."
Halkın müsterih olması yetmiyordu. Meclis de ikna edilmeliydi.
Meclis'te oturumlarda çok sert konuşmalar yapılıyordu. Muhalifler eli güçlüydü, çünkü yılların acıları onların barışa karşı argümanına dönmüştü.
Kimisi Rumlarla mübadele anlaşması yapılmasını vatana ihanet gibi görüyordu:
"Birçok kasabalar bugün baykuşlara me'va olan harabezar olmuştur. Kendi dairei intihabiyemin altı kazasında ev kalmamıştır. Bir zamanlar âşiyâne olan o yerlerde bugün küçük barakalar içinde ıztıraplar, eninler vardır. Bu ıztırapların ve eninlerin kulaklarımızdaki hazin akisleri benim ruhumu titrettikçe arkadaşlar, maalesef ben bu Muahedeye reyi kabul vermekte mazurum. (Bravo sesleri) (Alkışlar)"
Kimisi Batı Trakya'nın terk edilmesine kızıyordu:
"Biz efendiler kimsenin ocağını yıkmadık, kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Biz öz yurdumuzu, öz toprağımızı istiyoruz! (Şiddetli alkışlar).",
Barışma karşı bu popülizm, maksimalizm, milliyetçilik karşısında Mustafa Kemal yaşadıklarını Nutuk'ta anlatır:
"27 Şubat 1923 gizli oturumunda başlayan saldırılar, 6 Mart 1923 gününe kadar şiddetli ve heyecanlı bir şekilde devam etti. Tartışmalara, başından sonuna kadar ben de katılmak zorunda kaldım.
Muhalifler, âdeta ne istediklerini bilmez bir durumdaydılar. Meclis'in olumlu veya olumsuz bir karar vermesi imkânsızlaştı. Bizim açık olarak anladığımız şuydu ki, muhalifler, barış konusunu, Meclis'te ihtiraslarına vasıta yapmak istiyorlardı.
Efendiler, bazı basın çevreleri de, bu ihtirasları şaşılacak derecede ve ateşli bir şekilde, alabildiğine körüklüyorlardı. Bu ruh hali içinde bulunan bir Meclis'le, barış konusunu bir sonuca bağlamanın güç olacağını görmek tabiî, fakat üzücü idi.
…
Meclis'in ve milletin bize karşı kışkırtılmak istendiğini arz etmiştim."
Lozan Barış Anlaşması bir yüzyıl boyunca savunulmak zorunda kaldı.
Çünkü barış taviz vermektir ve "kötü" insanlarla konuşmayı gerektirir.
Ortada ise bolca karşılıklı acı, öfke, önyargı bir kıvılcımla tutuşacak saman gibi birikmiştir.
O yüzden barışa karşı kitleleri kışkırtmak çok kolaydır.
Bir emek sarfetmene bile gerek kalmaz, bir anda tutuşuverir.
Tersi ise bir o kadar zordur. Geleceği düşünüp geçmişi unutmak gerekir, kendini geri çekmek, taviz vermek, yutkunmak gerekir.
Bayağı gelişkin insani erdemler ister. Çok az kişi bu erdemi, cesareti gösterip elini uzatıp kirletir, taşın altına sokar.
Barış için elitler arasında bir centilmenlik anlaşmasına ihtiyaç vardır.,
Kimse o samanı tutuşturmamalı, halkı kışkırtmamalı, barışı ihtiraslarına vasıta yapmamalıdır.
İşte dün Meclis'te çözüm süreci için kurulmuş Komisyon'da CHP'nin ve bazı muhalif partilerin tavrı Atatürk'ün o sözünü hatırlattı:
"Muhalifler, barış konusunu Meclis'te ihtiraslarına vasıta yapmak istediler yine."
Talep aslında çok basitti: Süreçle ilgili 100 kişiyle görüşmüş Komisyon'dan bir heyet Öcalan'la da görüşsün.
Neden
Çünkü Öcalan, bu süreçte devletin ondan beklediği tüm adımları attı.
Türkiye ve yakın dönem dünya tarihinde ilk defa bir silahlı örgütün lideri çağrı yaparak kendi örgütüne fesih kararı aldırdı.
Örgütü bu talimata uydu.
Öcalan bunu yapmasaydı bugün bu komisyona gerek olmazdı.
Çünkü bu Komisyon Kürt sorununu konuşmak için bir sohbet grubu olarak değil, bu fesih kararına cevap olarak devletin atacağı bir çeşit af adımını konuşup kararlaştırmak üzere kuruldu.
Yani bu komisyonun kendisi bizzat bu süreçte bir adım.
100 kişiyi dinleyen komisyonun bu çağrıyı cesaretle yapan Öcalan'ın dinlemesinden daha doğal bir şey yok.
Bunu en başta Komisyon'un üyeleri bizzat kendileri istemeliydi. Çünkü PKK'lılara af anlamına gelen bir yasanın altına imza atacaklar. Bu süreci ise bugüne kadar MİT'ten, iktidardan bir de DEM'den öğrendiler. Peki bu süreci mümkün kılan örgütün lideri ne diyor, muradı ne, amacı ne, PKK'lılar affedilip Türkiye'ye gelirse ne yapacaklar
İlk elden bu soruların cevaplarını almak, samimiyetini ve kararlığını ölçmek için büyük bir fırsattı bu görüşme.
Ama CHP, gitmeyeceğini açıklarken "zaten devlet yetkilileri görüşüyor" bile dedi.
Devletin epey mağduru olan bir muhalefet partisinin meseleyi devlete havale etmesi ve bu devlete hala devam eden sonsuz güveni herhalde iktidarın bile gözlerini yaşartmıştır!
Bu görüşme yine bazı muhaliflerin dediği gibi meşru muhataplarla DEM'le, Demirtaş'la yapılamazdı. Çünkü onlar silahlı örgüte fesih kararı aldırmadılar. Zaten onlarla görüşülseydi ilk cümle de gidip Öcalan'la görüşün derlerdi.
Yani sorunu Meclis'te çözmek hepsi güzel görünen kavramların arka arka dizilmesinden ibaret kötü bir demogojiden fazlası değil.

5