Ayağındaki kelepçeyi başkasına takmaya çalışanlardan Türkiye'ye bir hayır gelir mi

Dün sabah Türkiye'nin artık mutatlaşan bir şafak operasyonunda gözaltına alındığı haberi gelen Şenol Karakaş adı değil, yüzü ünlü olan insanlardan.

Çünkü onu muhakkak herkes en az bir kere görmüştür. 2003'de Irak İşgali'ne karşı mitinglerde, 301 davaları önünde, Cumartesi Anneleri eylemlerinde, 2007'de e-muhtıra, 2008'de AK Parti kapatma davasına karşı yapılan protestolarda, Hrant Dink mahkemelerinde, askeri vesayete karşı yürüyüşlerde, Uludere anmalarında, en son mültecilere karşı ırkçı saldırılara karşı açıklamalarda, hayvan hakları mitinglerinde ve son bir yıldır da Gazze protestolarında

Her birinde önde elinde megafonla kitleye slogan attıran, basın açıklamasını okuyan uzun beyaz saçlı enerjik adam Şenol Karakaş.

Ama bu protestolardan en az birine yolu düşmüş olanlarla arasında büyük bir farkı var; gerçek bir demokrat ve aktivist olarak hepsine katılmış olması.

Türkiye'nin demokrasisine, sivil toplumuna değer katmış DSİP'in genel başkanı Şenol, Halkların Demokrat Kongresi adlı DEM Parti'ye yakın, yasal, bugünlerde çözüm sürecinde destek için Türkiye'nin farklı şehirlerinde toplantılar yapan bir meclisin çalışmalarına yönelik operasyonda gözaltında.

Onunla birlikte Suriyeli mülteciler için yıllardır büyük bir emek ve mücadele veren gazeteci Ercüment Akdeniz, sivil toplum camiasında herkesin tanıdığı Diyarbakırlı avukat Nurcan Kaya'nın da aralarında olduğu isimler aynı soruşturmadan gözaltına alındı.

Bir taraftan PKK'ya, Öcalan'a silah bırak, örgütü lağvet, gel Meclis'te siyaset yap derken, doğrudan bu yapıyla bir ilgisi olmayan, şiddetle hiçbir ilgisi olmamış sivil aktivistleri gözaltına almak kimsenin gözünden kaçmayacak büyük bir çelişki. Ama bu çelişkiler maalesef Türkiye'de bizim çaresizliğimiz.

Çünkü bunu eleştirirken elimizde bizi bu çaresizlikten kurtaracak bir alternatifimiz de yok.

Olduğunu zannedenler var. Ama sadece HÜDA Par'ın çalıştayına verilen tepkiler bu zanna kapılanlar için bir ibretlik olarak orada duruyor. Uzun bir süredir tıpkı iktidar DEM üzerinden muhalefeti suçladığı gibi, muhalefet de HÜDA Par üzerinden iktidarı suçluyor.
İkisi birbirinin kopyası.

Ama iktidarın DEM suçlamaları PKK ve terör üzerinden giderken, muhalefetin HÜDA Par suçlamaları ideolojik bagajlarını, Türkiye vizyonlarını ele veriyor.

Hafta sonu Diyarbakır'da katıldığım iki günlük HÜDA Par'ın Kürt Meselesi'ne İnsani Çözüm Çalıştayı üzerine yazılıp çizilenler işimizin ne kadar zor olduğunu bir kez daha hatırlattı.

İşaret fişeğini, Türkiye'de iktidar cephesindeki en gerici fikirleri hararetle savunan eski Marksist başdanışman yaktı.

HÜDA Par'ın anadilde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması, Şeyh Said'in mezar yerinin söylenip, özür dilenmesi, Anayasa'daki vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, ders kitaplarında Türklerin ve Kürtlerin ortak mücadelelerinden bahsedilmesi gibi taleplerin sıralandığı çözüme ve silahların bırakılmasına net bir destek verilen çalıştay sonuç bildirgesine bölücülük, arsızlık diye saldıran başdanışman, bundan 10 yıl öncesine kadar bizzat kendisi bunlarında çok daha ilerisini savunuyordu.

Bu 10 yılda Kürt meselesi değişmedi, değişenin ne olduğu ise açık.

Ama bir de bu 10 yılda hiç değişmeyenler var. Son zamanlarda Kürtlerin oyunu almak için ağzını tutan, iktidarın baskıcı politikalarına karşı çıkarken demokrat ve özgürlükçü laflar eden ama aslında esas fikirleri ve Türkiye vizyonları pek değişmeyen muhalifler.

Daha geçen haftaya kadar bir canlı yayında söylemediği ya da yanlış ifade ettiği bir cümle için ayağında bir kelepçeyle evinden canlı yayın yapan, hepimizin uğradığı haksızlığa tepki gösterdiğimiz bir gazeteci milyonlarca insanın izlediği kanalının canlı yayınında HÜDA Par'ın çalıştayının sonuç bildirgesinde "Anadilde eğitim, federatif bir yönetim, Türkiye'nin bayrağının değiştirilmesi, Türkiye'nin adının değiştirilmesi, üniversitelerin kadın ve erkeklere göre ayrılmasının" istendiğini anlattı. Üstelik cep telefonundan okuyarak.