Bir yılı daha bitirdik. İki hafta sonra 2025'i hayatlarımızdan uğurluyoruz. Daha şurada birkaç yıl öncesine kadar, felaketler ve kötü haberler senenin ilk günlerinden başlayarak öylesine peş peşe geliyorlardı ki, çareyi o yıla daha ilk haftalarından "bit artık" demekte aramıştık.
Ancak olumsuzluklara ve bunlara sessizce göğüs germeye artık öylesine alıştık ki, yeni yıllara "bit ve git" demeyi de aynı sessizlikle terk ettik.
Açıkçası yıllara verdiğimiz bu anlamsız emirden vazgeçişimizden memnunum. ünkü yaşanılan bunca fenalıkta hepimizin birer ikişer kabahatlerimiz olduğu düşünülürse, insana nazaran seneleri oldukça masum buluyorum. Üstelik yıllar, kendilerine "bit artık" demesek de görevlerini çok iyi biliyor ve her yıl muntazaman akıp geçiyorlar.
Zaman geçedursun, biz insanlar tarih boyu onu ölçerek kavramaya gayret gösterdik. Bu yıl yaptığım ilginç okumalardan biri olan Joseph Mazur'un kaleme aldığı "Zaman İllüzyonu/Ölçülen Zaman Mitimiz" adlı kitap da bundan bolca söz ediyor.
Yazar kitabının başlarında milattan önce 200 yıllarında komedyalar kaleme almış Plautus'tan bir alıntıya yer veriyor. Şimdi belki aranızda, "milattan önce yapılmış espriden bize ne yahu" diyenler olabilir. Bu zannedişin şu kısmı doğru. Plautus dönemin komedyeni, mizah sanatçısı. Bugün Cem Yılmaz, Ricky Gervais, Umut Sarıkaya, ya da değerli karikatürist kardeşlerim Kubilay Odabaş, Uğur Günel ne iş yapıyorsa Titus Maccius Plautus da aynı işle yaşamını sürdürmüş. Ve bakın zamanı ölçmek için meydanlara saatler yerleştirmeye başlayan otoriteye neler söylemiş:
Alacağı olsun
Saatleri nasıl ayırt edebileceğini bulan insanın!
Günlerimi acınası bir biçimde
Küçücük parçalara bölmek için
Buraya bir güneş saati yerleştirene de.
ocukken, karnım güneş saatimdi;
Daha doğru, daha hassastı her saatten.
O söylerdi yemeğimi ne vakit yemem gerektiğini.
Ama bugünlerde insan acıksa da
Oturulmuyor yemeğe bile güneş müsaade etmedikçe
Kahrolası saatlerle doldu dört yan
Ama aç bilaç dolaşıyoruz şehirler dolusu insan
ünkü söyleyemiyoruz açlığımızı bile
Ah şu saatler izin vermedikçe!
Bu dizeleri okuyunca, yüzümde büyük bir gülümseme ile kitabı yanıma koydum. Annemle Güre'de küçük bir hafta sonu gezisindeydik. Ben küçük otel odamızın aynı miniklikteki balkonundaydım. O da yatakta dinleniyordu. Halimi fark etti. "Yine ne okudun da güldün" dedi. Anlattım. Onun da hoşuna gitti. "Adam yoksulluğu, yöneticileri ne kadar ustalıkla eleştirmiş" dedi.
Annem 75 yaşında. Maşallah diyelim. Espri ona da geçmişti. Bu daha da hoşuma gitti. Bugün pek çok insan komedyenler için; "eskidi artık o da, pek güldürmüyor" derken, annem iyi bir espri bulunca mizahçıyı toprağa defnetmek yerine hakkını vermeyi tercih etmişti.
İkimiz de hem hayranlık hem de şaşkınlık duymuştuk. Şaşkınlığımız bundan 2.200 yıl önce yaşamış bir insanın da büyük bir ustalıkla espri yapabildiğine dairdi.
Bu birkaç dize ile Plautus ne kadar çok konuyu birbirine bağlayarak taşlıyordu: Modern hayat, beraberinde kolaylıklar getiriyordu. İlk başta ondan sadece varlık sahipleri istifade edebilir zannediliyordu. Sonra modern imkanlar herkesin yararlanabileceği biçimde yaygınlaştırılıyordu. Ancak modern imkanlar tabana yayılırken, tabanın yoksulluğunda değişen bir şey olmuyordu. Üstelik yöneticiler insanlığın yararı için üretileni, yoksulluğu gizlemek için kullanışlı bir aparata dönüştürmüştü bile. Ve annem tamamladı: "hep anlatmıyor musunuz, bugün de vaziyetler aynı değil mi oğlum"
İşte sohbetimizdeki bu cümleyle iki basit ama temel yere daha vardık. İnsan her dönemde insandı. Güneş saatini icat etmenin de o saatten açlığa dair hiciv çıkarmanın da yolu hep aynıydı: "düşünmek". O an çok net anladım. Aklımda şu cümle doğdu: "Kedi eşinir. İnsan düşünür"
Kediler dünyasında eşinme doğuştan gelir. Doğduğu birinci saniye tuvaleti için toprağı eşelemeyi bilir. Bu kediyi kedi yapan ana özelliklerdendir. Ve kedinin bu özelliği diğer kediler tarafından törpülenmemiştir. Lider kediler diğer kediler eşinmesin diye parti kurmaz. Kediler, diğer kedilerin en temel özelliği sekteye uğrasın, en gerekli ihtiyacı ortadan kalksın diye bir çabası yoktur.
İnsanı insan yapan özellik de düşünebilmesidir. Ama insan dünyasında düşünme faaliyeti, yüzyıllar boyunca türlü biçimlerde törpülenmiştir. Baskıcı rejimler ya da neoliberal düzen insanın olabildiğince az düşünmesini ister. Böylece onu kolaylıkla yönetmek ister. Her söylemi, her eylemi sorgulamadan kabul görsün ister. ıkardığı her ürün satın alınsın, arkasını önünü düşünmeden herkes bu ürünleri tüketsin ister.
Plautus da bizim gibi bir insan olduğuna, yani bizimle aynı türden olduğuna göre bunları düşünebilmesi ne mucize ne de tesadüftü. O da yaşadı, o da sevdi, o da kaygılandı, o da tasalandı tüm bunların sonunda o da düşündü ve bir sonuca vardı. Vardığı sonucu espriyle, ironiyle hayata, yani diğer insanlara aktardı.
Böylece Plautus'a karşı şaşkınlığımızda küçük bir yanlışlık olduğunu söyleyebiliriz. Şaşırmamız gereken, bundan 2.200 yıl önce yaşamış bir insanın böylesine derin düşünebilmiş olması değil. Asıl şaşırtıcı olan, bugün bunca bilgiye, bunca imkâna rağmen bizim artık düşünmeyişimiz. İşte şaşırılması gereken bu.
O yüzden milattan önceki bir filozofun vardığı sonuçlara bugün nasıl ulaştığını sorgulamak yerine, bugünün insanının neden o sonuçlara varmakta zorlandığını sorgulamak gerekir. Asıl şaşırtıcı olan geçmişin derinliği değil, bugünün sığlığıdır.
İnsan bir konuda aydınlanınca, kafasının içindeki ışıma bir enerji alanı oluşturuyor. Böylece bir doğru düşünce, mıknatıs gibi diğer doğruları kendine çekmeye başlayarak zihin haritamızı şekillendiriyor. Benim de bu düşüncelerin ardından Güneydoğu'da, Artuklu Kasımiye Medresesi'ni gezen bir rehberin yine şaşkınlık içindeki videosuna rastlamam çok uzun sürmedi.
Videoda rehber, turistlere El Cezerî'ye atfedilen bir yüz kabartmasını gösteriyor. Gerçekten de bu kabartma yüze nereden bakarsanız bakın sizi takip ediyormuş hissi verdiğini görüyoruz. Rehber bunu anlatırken son derece hayran ve şaşkın biçimde soruyor: "O dönemin insanı bunu nasıl düşünmüş" Hoop, yine geldik aynı soruya.

5