Ay biz neden aşk yaşayamıyoruz

Son yıllarda kendinizi; "ülkede ve dünyada yanlış giden şeylere yeterince ses çıkaramıyorum" diyen bir suçluluk duygusu içinde yakalıyor musunuz O kadar meşgulüz ki, hiçbir şeye geri dönüp tepki bile veremiyoruz. Ya da belki bu kadarını bile düşünmeye vaktiniz kalmıyordur. ünkü kapitalist sistem sadece cebimizdeki paramızı, tasarrufumuzu ya da emeğimizi çalmakla kalmıyor tüm bunlarla beraber vaktimizi de çalıyor.

Sadece itiraz kültürü mü, şeytanın aklına gelmeyecek bir detay daha var. Uzun konuştuğumuz her sözün tek kelimelik özeti olan kapitalizm zamanımızı manipüle ederek bizi aşk yaşamaktan bile alıkoyuyor. Gelin size nedenini ve nasılını anlatayım.

Sisteme karşı koyamayışımızın en büyük nedenlerinden biri onun parçası haline getirilmemiz.

Yıllar önce Netflix'in CEO'su "Tek rakibimiz uykuda geçen zaman," demişti. Yani dijital dünyanın markaları; 24 saatlik zaman tarlasının her dakikasına içerik ekmek istiyorlar. Karşılığında ilgi bekliyorlar. Bu alışverişin sonucunda bir meşguliyet yaratılıyor.

Bir an için sağlıklı düşünmeyi ve "ne yapıyoruz yahu biz" diyerek kendimize gülmeyi deneyelim. Geçen hafta sonu yeni yüklenen bir dizinin sekiz bölümünü birden bir oturuşta bitirmek için o dijital platformda bordrolu emekçi olarak işe falan mı alındınız Hayır. Para almadığınız gibi üstüne para ödüyorsunuz.

Her hafta her platformda yeni bir şeyler yükleniyor. İzlemezseniz üst üste yığılıyor. "Onu da bunu da izlemem lazım" diye üzerinizde oluşan strese ne demeli Bunları bu şekilde takip etmek için mafyaya borç senedi mi imzaladınız O da değil. Baskının asıl odağı sosyal çevrenizde "nasıl izlemezsin, mutlaka izle" sohbetlerinde kendinizi öteki gibi hissetmek istememeniz.

İşte kapitalizm böyle çalışır. Üstümüzde dolaylı stres kurar ama biz tüm davranışlarımızı kendi rızamızla tercih ettiğimizi zannederiz. Sistem bize "kişisel gelişim" gibi ilk bakışta gayet sağlıklı bir fikir gibi görünen bir paketle gelir. Bu paketi benimsediğimizde artık hayatımıza "bir yapılacaklar listesi" girer. Sabah erken kalk, şu kadar dakika sıcak şu kadar saniye soğuk duş al, podcast dinle, spora git, terapide travmalarını çöz, yogayı aksatma, protez tırnaklar yapılacak, berberdi, kürek takımıydı, nefes egzersiziydi, ses terapisiydi derken evde kalan zamanda dijital platformda bir oturuşta birkaç bölüm dizi izle. Kendimizle o kadar meşgulüz ki bizden başka kimseyle ilgilenmeye fırsat kalmıyor. Bir diğer deyişle ilişki yaşamaya zaman yok.

Bu yaşam biçimi örneklerinden baktığımızda "tek rakibimiz uykuya ayrılan zaman" diyen ticaretin aşka ayrılan zamanı kendilerinden çalınmış saymaları şaşırtıcı mı

Diyelim ki bu meşguliyet içinde biriyle aranızda romantik bir titreşim yakaladık. Onunla hangi aralıkta buluşup birbirimizi tanıyacağız Birbirini tanımak zaman ve emek ister. Bizimse en fazla bir kahve içimi zamanımız var. Kahveler içiliyor sonra o evine biz evimize gidiyoruz. Sonra belki yemek belki bir etkinlik en çok mini bir ortak tatil. Sonra hepimiz kendi meşguliyetimize daha doğrusu kendi yalnızlık alanlarımıza dönüyoruz. Bu kadar az zaman eşittir yüzeysellik. Yüzeysellik eşittir derinlikli olamamak. Derinlikli olmayan her şey ise bağ kurmamak demek.

Zaten sistem de örtülü bir şekilde bunu aşılıyor. Kendine yatırım yap, sınır koy, toksik ilişkilerden uzak dur. Hepsi kulağa sağlıklı geliyor ama sonunda hep aynı yere çıkıyoruz: Bağ kurmayan ama iyi görünen yalnız birey.

Elbette hem erkekte hem kadında, iyi niyeti suistimal eden çok acı tecrübeler yaşandı. Hepimizin yaraları var ve o yaraları göstermemek için de derinlikten değil yüzeysellikten yanayız. ünkü yarasını göstermek zayıflık, çıplaklık sayılıyor. Ve kimse artık o kadar çıplak kalmak istemiyor. İki saat flört edip evlere dağılıyoruz çünkü daha fazlası derin bir bağ kurmak demek. Kendimizi korumaya çalışırken duvar örüyoruz ama o duvar bizi korumaktan çok birbirimizden ayırıyor.

Birbirimizden ayrılmak derken en önemli detayı unuttuk. Yukarıda birbirine yakınlaşan bir çiftin yüzeysel de olsa zaman geçirebildikleri bir ihtimalden söz ettim. Ancak kızların kızlarla, erkeklerin erkeklerle takıldığı gerçeğini denkleme eklemedim. Her cinsiyet kendi cinsiyetiyle takılıyor. Haftanın belirli günlerinde kahvaltıda, şarap akşamında, kafede, doğum gününde, kahvede, maçta, doğum gününde. Ve bu gruptaki kişilerin her biriyle arayı çok açmadan sürdürülebilir bir sosyalleşme rutini kurarken de yine karşı cinsteki o hoş kişiye bir türlü sıra gelmiyor.

Bu kabilecilik bir yandan da yeni tip bir muhafazakarlık. Kız grubu, erkek grubu, ofis çetesi, WhatsApp dedikoduları... Özünde paralel bir aile yarattık ve artık anne-baba değil, o gruplar "onay merci." Özgürlük sandığımız şey, aslında denetimin biçim değiştirmiş hali. İlişkiye başlamadan önce onlardan fikir alıyoruz, ayrılırken onlara danışıyoruz. Hepimiz arka planda karşı cinsin kabilesi içinde de görücüye çıkıyoruz. O grupta biri hasetse, o ilişkinin temeline taş bile koyabiliyor.

İnsan sosyal bir canlı ama bunu yanlış anladık. Bu yeni kabilecilik, sosyalleşmenin modern biçimi gibi görünse de aslında yalnızlığın örgütlenmiş hali, yani çoğul yalnızlık. Kabilemiz doğum gününde bizimle selfie çekiliyor, sonra eve dönünce herkes yeniden yalnız. Kızlar kendi aralarında, erkekler kendi aralarında dertleşiyor. Ve dert hep aynı: "Ay biz neden aşk yaşayamıyoruz"

ünkü artık aşk bile algoritmanın elinde. Kiminle tanışacağımıza uygulamalar, kiminle devam edeceğimize takvim karar veriyor. Aşk bir his değil bir deneyim alanı; story'si olmayan bir ilişki yaşanmış sayılmıyor. Bir ilişkide sorun çıktığında "travmalarını iyileştir, kendini sev, alan aç" diyorlar. Oysa sorun bireysel değil, yapısal: Neoliberalizm, nasıl aşk yaşayacağınıza da gerekirse yaşamayacağınıza da kendi karar veriyor. Biz kendimiz istedik sanıyoruz.

Bazılarınız diyecek ki: "Yiğit, sen de oturduğun yerden dünyayı yorumluyorsun; bunlar seni bağlar." Onlara küçük bir müjdem var. Bu yazı yaptığım çoğu okumada dünyada da pek çok düşünürün aynı sonuçlara vardığını görmemle ortaya çıktı. Size onlarca alıntı verebilirim ama yazıyı uzatmamak için yalnızca iki çarpıcı örneği paylaşmak istiyorum.

Filozof Byung-Chul Han, neoliberal çağın insana yaptığı en büyük müdahalenin "ötekini kovmak" olduğunu söylüyor: "Artık birlikte yaşamak değil, kendi yankında yaşamak teşvik ediliyor. ünkü tüketim, yalnız bireyde daha kolay çalışır."

Kültür kuramcısı Mark Fisher ise modern kapitalizmin bireyi yalnızlaştırarak yönetmenin en etkili yolunu bulduğunu söyler: "Yalnızlık artık psikolojik bir arıza değil, ekonomik bir gerekliliktir."