"Saf altın, saf bakır ve diğer saf malzemeler kırılgan olur malzemenin kanunu gereği. Bu kırılganlığı önlemek ve maddeyi güçlendirmek için sanayide ve günlük yaşamda başka cevherler katılır bunların içine. İşte o zaman altın da, bakır da, gümüş de sağlam ve dayanıklı olur. Bu maddenin kuralıdır tıpkı toplumlar gibi. Saf/homojen toplumlar kırılgan olur bu nedenle sarsıntılardan etkilenmemek için mutlaka farklı kültürler yan yana olmalıdır. Köklü medeniyetler işte bu farklılıkların yan yana geldiği yerlerde kurulur. Ama saf/homojen kimliklerin oluşturduğu toplumlarda medeniyet inşa edilmez, ilerleme kaydedilmez" diyordu özetle okuduğum kitabın bir yerinde.
Bir yanda homojenliğin getirdiği kırılganlık ve kısırlık vardı diğer yanda da yan yana gelen toplumların inşa ettiği kalıcılık ve "medeniyet inşası" vardı. Bu özeti keyifle sindirmeye çalışırken aklıma bir anda Tarihi Dört Ayaklı Minare ve "Dört İsim" geldi.
Diyarbakır'ın Sur İlçesi'nde bulunan , şehrin en gizemli ve ikonik simgelerinden biri. 15. yüzyılda Akkoyunlu Sultanı Kasım Bey tarafından yaptırılan minarenin, adını dört sütunlu kaidesinden aldığı ve her bir sütunun farklı bir dini mezhebi temsil ettiği rivayet edilir. Dört Ayaklı Minare Şeyh Mutahhar Camii'nin avlusunda yer alıyor ve yerden yükseliyor. Kesme kara taşlardan inşa edilmiş. Yerden yüksekliği 20 metre olan Dört Ayaklı Minare'nin her bir ayağı (Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbeli) dört mezhebi simgelemekle birlikte bir diğer rivayete göre de, bu minare bir gün yıkılırsa büyük bir felaket gelecektir.
Dört mezhebi temsil eden Dört Ayaklı Minare'nin bana çağrıştırdığı dört isim merhum Adnan Menderes, merhum Turgut Özal, Devlet Bahçeli, Recep Tayyip Erdoğan oldu. Bu dört ismin yapmaya çalıştığı tam da Dört Ayaklı Minare misali; "hep birlikte, yan yana, can cana, güçlü bir şekilde ayakta duralım ve yüzyıllara meydan okuyalım"… Çünkü bir yanımız eksik olursa tüm yapı devrilir ve büyük felaketler "hepimizin kapısını" çalar.
Adnan Menderes'i canlı kaynakları dinleyerek ve okuyarak anladık, çok üzüldük… Turgut Özal dönemini bizzat yaşadık fakat dönemin tek sistemli askeri-siyasi-sosyolojik ikliminden dolayı o dönem tam olarak kavrayamadık ve sahip çıkamadık Turgut Özal'a. Ülke olarak sonrasında anladık bu vatanın huzuru için canını bile hiçe saydığını. Anladık fakat çok geçti artık Turgut Özal ve bu vatan için… Şimdi Devlet Bahçeli'nin açtığı "Terörsüz Türkiye" kapısı ve bu kapıyı sonuna kadar destekleyen-koruyan Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ikilisi var önümüzde. Dört Ayaklı Minare'nin ilk iki sütununun (Menderes ve Özal) mirasına sımsıkı sarılarak onların bıraktığı Türkiye Yüzyılı vizyonunu kararlılıkla inşa etmeye çalışan diğer iki sütuna (Bahçeli ve Erdoğan) sahip çıkmanın vakti geldi zira doğudan batıya ve güneyden kuzeye herkes birlikte inşa edeceğimiz huzurlu, güçlü, eşit, adaletli bir vatan istiyor artık.
İlk iki sütuna dönemin yarattığı vesayet baskısı ve bilinçsizliği nedeniyle sahip çıkılamadı. Bunun acısını her mecrada yaşıyorken şimdi tüm zorluklara rağmen ayakta duran iki sütuna (Bahçeli-Erdoğan) sahip çıkmalı ve kaybettiğimiz diğer iki sütunun (Menderes-Özal) eksikliğini hissettirmemeliyiz.