A Milli Futbol Takımımız, son milli maç arasında önce Bulgaristan'ı Bulgaristan'da 6-1, sonra da Gürcistan'ı Kocaeli'de oynanan maçta 4-1 mağlup etmeyi başardı.
Milli takım aldığı bu sonuçlarla, kendisini Dünya Kupası için Play off grubuna taşıyacak grup ikinciliğini hemen hemen garantiledi.
Oysa milli takım, geçen eylül ayındaki milli aranın son maçında İspanya'ya Konya'da 6-0 yenilerek, tam da önceki yıllardan alışkın olduğumuz bu tür 6-7-8 sıfırlık maçların mazide kaldığını düşündüğümüz günümüzde, ciddi bir hayal kırıklığına yol açmıştı.
Altı-sıfırlık maçın etkisinin milli takım üzerinde ciddi bir sarsıntıya yol açabileceği beklentisinde olanların sayısı hiç de azımsanmayacak bir seviyedeydi. Milli takım geleneğinde bu tür farklı mağlubiyetler genelde kırılmalara yol açar, bu kırılmalar yeni kötü sonuçları doğurur ve bu kötü sonuçlar neticesinde de her zamanki gibi teknik ekip değişikliği olurdu.
Futbolla ilgili kamuoyunun %98'inin yukarıda sözü edilen milli takım geleneğine sıkı sıkıya bağlı olduğu da ortadayken , 103 yıldır galip olunamayan Bulgaristan deplasmanı dönüşü için "gelenekçiler" ellerini ovuşturmaya başladılar.
Bu Türk futbolunun klasiği idi.
Türk A milli futbol takımı teknik direktörlüğü seçimi için sabit bir prosedür ya da bir kriter yoktu.
Tıpkı TFF Başkanı, MHK Başkanı hatta ve hatta Süper Lig maçlarını yönetecek ve FIFA Kokartı takacak elit hakemlerin hangi kriterler ile o makamlara geldiğini belirleyen bir prosedür olmadığı gibi.
Lise öğrencisi oğlunuz size" anne-baba, ben milli takım teknik direktörü ya da elit hakem olmak istiyorum" diye sorarsa ona ne cevap verirsiniz, mesela
Zira bu mecrada işler, 21. yüzyılda yaşıyor olmamıza rağmen ,20. yüzyıl dahi şöyle dursun, adeta 19. yüzyıldan kalma ahbap-çavuş ilişkileri ile yürüyor gibi görünmekteydi.
Bu durumda aslında gelenekçi basın da kendince haklıydı. Madem ortada bir muğlaklık vardı ,herkes favorisi olan teknik adamı a milli takımın başına taşımak isterdi.
Hatta bir çok kimse " bazı kuyruk ilişkilerinden dolayı" buna bir nevi zorunluydu.
Ancak Sofya'da beklenen olmadı.
Montella yönetimindeki milli takım, Bulgaristan'ı tarihinde ilk defa Bulgaristan'da yenmeyi başardı. Hem de ne yenmek ;Türk takımı 1-0 öndeyken şanssız yedigi bir golle 1-1 berabere duruma düşüp ve o ara rakibinin düşük temposuna ayak uydurmasına rağmen, fırtına gibi başladığı ikinci yarı ile birlikte rakibi Bulgaristan'a toplamda tam yarım düzine gol atmayı başardı.
Son yıllarda ciddi bir çıkış içerisinde olan ve gerek Gürcistan'daki ilk maçta ve gerekse Avrupa Şampiyonası'nda milli takımımızı oldukça zorlayan Gürcistan milli takımı, Bulgaristan dönüşü (en azından kağıt üzerinde) millî takıma güçlük çıkarabilecek bir görüntü arz ediyordu.
Ancak salı akşamı Kocaeli'de oynanan maçta, milli takım ilk 60 dakikada öyle bir performans ortaya koydu ki tribünlerdeki 40.000 kişi ve ekranları başında milyonlar , A Milli Takım adına belki de "tüm zamanların en iyi 60 dakikası olmaya namzet bir performansa" şahit oldular.
A Milli takım ,Hakan Çalhanoğlu liderliği ve organizasyonunda, adeta makina düzeni ile işleyen bir önalan baskısı sonucu, kalesinde Liverpool'un kalecisi Mamardashvili'nin bulunduğu Gürcü Milli takımına 60 dakikada tam dört gol atmayı başarırken bir çok gol pozisyonundan da yararlanamadı.
Eğer milli takım geride kalan 30 dakika içerisinde de aynı tempoyu koruyabilmiş olabilse, bu süreç içerisinde de bir ya da birden çok gol atabilirdi.
Neticede Türk milli takımı her iki zorlu müsabakayı da çok rahat ve tabiri caizse" eze eze" kazandı ve ve Dünya Kupası bileti alma şansı adına Play off'a katılmayı aşağı yukarı garantiledi.
Ve tabi 100 yıldır milli takım istihdamı oluşturma konusunda uzmanlaşmış kamuoyu yapıcıları, tam da adım atmak üzere ayaklarını kaldırmışken oluştuğunu düşündükleri zeminin birdenbire kaybolduğunu gördüler.
Muhtemelen umutlarını Play oflarlardan gelebilecek olası bir negatif sonuca sakladılar.
Denilebilir ki Türk A milli takımı belki de tarihinin en güçlü jenerasyonuna sahip. Real Madrid'in, Juventus'un, İnter'in ve bir çok ünlü Avrupa kulübünün misal Arda Güler, Kenan Yıldız, Hakan Çalhanoğlu gibi yıldızları aynı anda milli takımda buluşuyor. Bu Montella'nın şansı ve bir çok teknik adam bu kadro ile başarılı olabilir.
Tabii ki katılmıyoruz.
Çünkü herkes bilir ki bir futbol takımı her şeyden önce bir ekip ve uyum işidir.
Ve yine herkes bilir ki en ünlüleri ve önde gelenleri de dahil Türk teknik adamları bu ekip ahengini oluşturmada fazlaca mahir değillerdir.
Zaten böyle bir başarıları olsa 20.000'e yakın Türk teknik adamından en azından bazılarının Premier League, La Liga ya da Bundesliga'dan teklif ya da teklifler alıyor olması gerekmez miydi
Ne yazık ki dünya ve Avrupa futbolunun birinci hatta ikinci sınıf mecralarında Türk teknik direktörlerin esamesi bile okunmuyor. tıpkı Türk hakemleri gibi.
Şu an Türk A milli takımında lejyonerler, üst düzey yıldızlar ve ülke futbolumuzun yıldızları aile görüntüsü veren bir ahenk içerisinde ise bunu Vincenzo Montella'ya borçluyuz.
İlla bir örnek vermek gerekirse , Fransız futbolunun en büyük yıldızlarından ve bir dönem UEFA Başkanlığı da yapan Michel Platini'nin de hayran olduğu ve Türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük fenomen forvetlerinden biri olan Fatih Tekke'nin , anlı şanlı yerli hocalarımız döneminde Türk milli takımına doğru dürüst çağrılmayışını gösterebiliriz.