Bir kaç gündür medyada geniş yankı uyandıran bir haber:
"Mersin'in Silifke ilçesinde eşinden boşanma aşamasında olan Mehmet T, şiddet gördüğünü iddia ettiği 10 yaşındaki oğlu ile birlikte polis merkezine ifade vermeye gitti. Ancak, orada kendisini bekleyen ve sürekli tehditlerine maruz kaldığı kayın biraderinin saldırısına uğradı ve çocuğunun gözleri önünde ağır bir şekilde darp edildi. Tüm ayrıntılarıyla güvenlik kameralarına yansıyan olayda, polisin mağdur vatandaşı, saldırgan tarafından dövülmekten koruyamadığı görüldü."
Olay, güpegündüz, insanların kendilerini en emniyetli hissedecekleri bir yerde, polis merkezinde ve güvenlik görevlilerinin gözlerinin önünde cereyan etti.
Mağdur, içine düştüğü zor duruma bir çare bulmak, aldığı tehditlere ve çocuğunun uğradığı şiddete karşı koruma sağlamak üzere; devletin ilgili ve yetkili merciine sığınıyor. Ama gelin görün ki, haklarını savunmak üzere gittiği yerde, bir güvence elde etmek bir yana, tehdit ve tacizine uğradığı kişiden kıyasıya dayak yiyor.
Yetişme çağındaki çocuğunun kişiliğinde tamir edilmez bir travmaya yol açılması ve dayak yiyen bir baba olarak onun gözündeki itibarının yerle bir edilmesi de cabası…
Bu olaydan, Türkiye'de kamu düzeninin sağlanması ve güvenlik hizmetinin yerine getirilmesiyle ilgili üç temel sonuç ortaya çıkıyor:
-Şiddet kullananlar, hiç bir yasal ve hukuki engel tanımıyorlar. Kamu otoritesinden ve onu temsil eden güvenlik görevlilerinden hiç çekinmiyor, bizzat onların gözleri önünde suç işleyebiliyorlar.
-Polisin insanların can ve mal güvenliklerine zarar veren fiili saldırılar karşısında önleyici ve caydırıcı gücü son derece yetersiz. Şiddet kullanımı ve fiili saldırılar karşısında alabildiğine aciz ve çoğu defa seyirci durumuna düşecek kadar edilgen kalıyor.
-Yargılama ve ceza sistemi, caydırıcılıktan bütünüyle yoksun ve suçları önleyemiyor. İşlenen suçların büyük bölümünün cezasız kalması; verilen cezaların da yok denecek kadar yetersiz olması, suçluların cüretkarlığını arttırıyor ve sürekli yeni suçların işlenmesine sebep oluyor.
"Hukuk devleti" ilkesinin geçerli olduğu bir ülkede, şiddet kullanma tekeli kime aittir
Şüphesiz, devlete ve onun meşru otoritesine…
Hakların korunması için, gerektiği zamanda ve gerektiği yerde şiddet kullanmak; bu konuda devlet otoritesini temsil eden güvenlik teşkilatı ve görevlileri için hem bir yetki ve ödev, hem de doğrudan kendilerine yüklenen bir sorumluluktur.
Can ve mal güvenliğinin sağlanması için şiddet kullanma yetkisi ve ödevi verilenlerin dışında; "nefsi müdafaa" durumu hariç, hiç kimsenin, hiç bir şekilde şiddete başvurma hakkı yoktur.
Meşru şiddet kullanma yetkisine sahip tek otorite olan devlet, bu yetkiyi ne sebeple ve hangi durumlarda kullanır
Cevabı çok basit:
Kendilerini koruma gücü olmayan masum ve savunmasız insanlara karşı zor kullanarak haklarını gasp etme ve kendilerine zarar verme konumunda olanları davranışlarından caydırmak ve engellemek için.
Görüldüğü gibi, meşru şiddet; meşru olmayan şiddeti önlemek ve buna maruz kalanları, uğrayacakları zarardan korumak için kullanılır. Bu, aynı zamanda devletin kamu düzenini sağlama yükümlülüğünün gereğidir.
Peki, gayri meşru ve yasa dışı şiddeti önlemekle yükümlü güvenlik görevlileri, bu konudaki yükümlülüklerini yerine getirmezlerse ne olur:
-Toplum, hukuk ve nizam tanımayan, yasa dışı şiddet kullanan, hedeflerine zor kullanarak varmayı geçerli yol haline getiren zorbaların hükümranlığı ve kontrolü altına girer.
-İnsanlar baskı, tehdit ve korkutmayla yaşamaya zorlanır; can ve mal güvenliği sürekli risk altında olur.
-Adalete ve devlete olan güven zedelenir ve vatandaşların devlete başvurma eğilimi azalır. Bu durum, insanlarda kendi adaletlerini kendileri temin etme (ihkak-ı hak) arayışlarını ortaya çıkarır. Sorunlara hukuk dışı yollardan çözüm sağlayan ve alternatif adalet dağıtan mafyatik yapıların ve suç şebekelerinin gelişmesine ve toplumda kök salmalarına yol açar. Buradan da daimi bir suç sarmalının ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Bugün, Türkiye'deki durum ne
Ne yazık ki, yaşanan olayın bize gösterdiği gibi; şiddeti kutsayan, şiddet kullanımını özendiren ve sorunlarını şiddet yoluyla çözmeyi ortak kültürünün gereği ve günlük rutininin bir parçası haline getiren bir toplum olduk.
Bunun, doğrudan doğruya bir ilkellik ve geri kalmışlık göstergesi olduğuna hiç şüphe yok.
Olay kapsamında yaşananlar, "Ne yapalım, saldırı aniden gerçekleşti. Böylesi taşkınlıklar olabilir" diye geçiştirilecek ve bir kenara bırakılacak kadar basit değildir.
Bir defa mağdur, "saldırganın tehdit ve tacizlerine maruz kaldığını ve çocuğunun şiddet gördüğünü" bildirerek karakola başvuruyor. Bu tür eylemlerin müsebbibi olarak ihbar ve şikayet konusu ettiği kişinin, devletin himayesi altında bulunduğu bir yerde, uluorta kendisine saldırmasına fırsat verilmesi hiç bir şekilde kabul edilemez. Polis, orada yeterli etki ve caydırıcılıkta güç icra ederek öncelikle saldırıya sebebiyet vermemek, bu konuda gerekli tedbirleri almak, saldırı başladığı takdirde de önleyici ve savuşturucu nitelikte fiziki gücü kullanarak mağdurun darp edilmesini engellemekle yükümlüdür. Dolayısıyla darp olayının bu şartlarda ortaya çıkması, oradaki polis görevlileri için açık bir "görev kusuru" ve "görev ihmalidir."