Bir "dolandırılma," iki "cinayet" ve var olmayan adalet

Sosyal medya, bir kaç gündür, bir dolandırıcılık ve cinayet haberiyle çalkalanıyor:
"Kocaeli'de 1 milyon 600 bin TL'lik arabasını almak isteyen kişilerin, sahte evrakla parasını 'ödenmiş' gibi gösterip noterde satış işlemini yapmaları sonucunda dolandırılan ve hukuk mücadelesinden sonuç alamayan İzzet Kalyon, 4 ay sonra dolandırıcı baba ve oğlunu pusu kurarak öldürdü."
"Cinayet öncesi yaptığı videolar yeniden gündem olan Kalyon'a sosyal medya üzerinden oldukça fazla destek geldiği görüldü."
Dolandırılma tarihinden cinayetin işlendiği tarihe kadar geçen süre içinde, konu şikayet üzerine adli makamlara intikal ettirildiği ve mağdur bir çok kapıyı çaldığı halde, ne kaptırdığı parayı geri alabiliyor, ne de kendisini dolandıranlar hakkında adli makamlarca herhangi bir işlem yapılmasını sağlayabiliyor.
Mağdurun, cinayeti işlemeden önce çeşitli defalar sosyal medyada yayınladığı videolarda, bir taraftan resmi mercilerin ilgisizliğinden serzenişte ve yakınmada bulunurken diğer taraftan sarfettiği şu sözler, hayli dikkat çekici..:
"Dolandırıldım ve hiç bir çözüm bulamıyorum. Sayın savcım! Artık gidin, bu sahtekârı yakalayın! İlla, bu şahsı birisi öldürecek de ondan sonra cesedini mi teslim alacaksınız"
Mağdur, sözleriyle basbayağı kafasına koyduğu cinayeti ima edercesine, olayın ne kadar vahim boyutlara ulaşacağını önceden haber vermiş oluyor.
Süreç boyunca, mevcut yargılama ve ceza sistemi çerçevesinde; edilgen, kayıtsız ve aldırmaz bir tavır izleyen devletin güvenlik ve yargı mercilerinin sorumsuz tavırları nedeniyle olay bağlamında ortaya çıkan vahim ve akıl almaz sonuçlar:
-Saflığı veya dikkatsizliği nedeniyle dolandırılan şahsın, kendisine zarar verenlerin hayatlarını, ölüm gibi ağır ve orantısız bir ceza ile sona erdirmesi,
-Bedeli ölümle ödenen kanlı infazın duyurulduğu sosyal medya hesaplarında; haber mesajının altına yapılan yorumların yaklaşık %80'inin yapılanı doğru bulmaları, katili takdir etmeleri ve desteklemeleri,
-Katilin cezaevine götürülüşü sırasında, adliyenin önünde toplanan, çoğu ilgili şahısça daha önce dolandırılanlardan oluşan kalabalığın, alkışlar eşliğinde tezahüratta bulunarak kendisini uğurlaması…
Bütün bu dramatik gelişmeler ve yansımalar; Türkiye'de yaşanan güvenlik ve adalet krizi, vatandaşların hukukun üstünlüğüne ve devlete olan güvenlerinin kaybı, şiddet kullanımının ve cinayetin böyle bir olayda meşru ve yerinde bir çözüm yolu olarak uygun görülmesi açılarından hayli acı ve düşündürücüdür.
Bu olay, Türkiye'de her gün binlercesi gerçekleşen "kandırılma" veya "dolandırılma" olaylarından sadece bir tanesidir.
Ceza yargılama mevzuatında ve ceza yasasındaki boşluklar ve yetersizlikler bir yana; ticaretin işleyişini düzenleyen kurallar da dürüst insanları, sahtekâr ve düzenbazların hile ve tertiplerine karşı koruyamıyor. Kişilerin bu noktada, devletin kamu düzenini sağlayıcı ve suçları önleyici mekânizmalarına hiç güvenmeyip, muhataplarının daima kendilerini dolandırabilecekleri ihtimalini bir an bile hatırlarından çıkarmamaları gerekiyor.
Burada, öldürülenler açısından en dikkat çekici nokta, kendilerini öldürenin ilk kandırdıkları veya dolandırdıkları kişi olmaması. Katilin videodaki açıklamasından, dolandırıcıların kendisinin dışında pek çok kişiyi bu nedenle mağdur ettikleri, hatta muhtemelen bu nedenle pek çok sabıka kayıtlarının bulunduğu anlaşılıyor.
Hukuk ve ceza mevzuatımızda "dolandırıcılık," ciddi bir suç olarak düzenlenmiş gibi görünse de pratikte bu suçtan mahkum edilenlere verilen cezaların, fiilen gerçekleşen "hapiste yatış sürelerine" baktığımızda; dolandırıcılığın adeta bir kabahat gibi algılandığını, mahkumların bu nedenle hapiste çok az yattıklarını ya da hiç yatmadıklarını görüyoruz.
TCK 157'inci maddeye göre, "basit dolandırıcılığın cezası 1-5 yıl hapis…Ancak burada, ya hükmün açıklanması geriye bırakılıyor ya da infaz kanunu ile 5-6 aya kadar indirilebilen ceza, "denetimli serbestlikle" hapiste yatmadan dışarıda geçiriliyor.
TCK 158'inci maddeye göre, cezası 5-10 yıl arasında görünen "nitelikli dolandırıcılık" nedeniyle verilen mahkumiyetlerde ise, denetimli serbestlik ve diğer hafifletici yollarla suçluların hapiste fiilen yatma süresi, ortalama 1.5 yıla kadar düşürülüyor.
Bu uygulama düzeni, dolandırıcılığı sabit görünen ve mahkumiyetleri kesinleşen suçluların her bir suçtan ortalama 1.5-2 yıl olmak üzere; sürekli hapis yatıp çıkarak profesyonel meslek hayatları boyunca, onlarca defa farklı kişileri dolandırabileceklerini ortaya koyuyor.
Yakalanan bazı suçluların, dolandırıcılık ve benzeri suçlardan onlarca sabıka sahibi oldukları halde ortada dolaştıklarına dair medyaya yansıyan haberler, bu gerçeği doğrulamıyor mu
Yaşanan olayla ilgili, konunun hukukçularla tartışılmasından ortaya çıkan esas ironik ve şaşırtıcı nokta, sahte banka dekontu ile ödemenin yapılmış gibi gösterilerek arabanın noterden devralınması eyleminin; "dolandırılanın iradesinin fesada uğratılması" unsurunu içermediği için, sadece bir "kandırma" mahiyetinde değerlendirilmesi ve esasen "dolandırıcılık niteliğinde olmadığı" görüşünün benimsenmiş olması…
Evet, ticari ilişkilerde tarafların "basiretli bir tüccar" gibi davranmaları; uğrayacakları kâr veya zararın, attıkları her adımdaki karar ve tercihleriyle belirleneceği bilincinde olmaları gerekir. Ancak "ticari teamüllerin acımasızlığı olgusu," temel bir referans kabul edilse bile, bu varsayıma dayanarak insanların dürüstlük ve güvenlerinin istismar edilmesini yok saymak, sonuçta ucu dolandırıcılığa çıkan bu tür sistematik tertip ve düzenbazlıkların adalet duygusunu derinden sarstığı ve insanların devlete olan güvenlerini yok ettiği gerçeğini görmezden gelmek, asla kabul edilemez.