Tarihi bir yapımın seçmeleri için gittiği Cinecitt? Stüdyoları'nda filmin yıldızı tarafından beğenilen ve bir gün içinde farklı bir dünyanın içinde gezinen genç bir kız. Saverio Costanzo imzalı 'Şafak Sökerken', 50'ler İtalya'sında geçen ve sinema dünyasındaki yıldızların parlak görünen ama gerçekte ikiyüzlü, sorunlu hayatlarına ayna tutan bir çalışma.
Siyah-beyaz görüntüler... Bir Nazi subayı, minik bir kız çocuğunun elini tutan kadını nihayetinde öldürüyor. Derken çocuk Amerikalı bir asker tarafından kurtarılıyor. O, artık kurtarıcısı bellediği askere sımsıkı sarılıyor. Lakin meydana bir kadın geliyor ve onu muhtemelen yetimhaneye götürmek üzere çekip alıyor. Işıklar yandığında salondaki seyircilerden bazıları ağlarken kamera Iris, kız kardeşi Mimosa ve annesine odaklanıyor. Üçlü sinema salonundan çıkarken anne 'halkın eleştirmeni' sıfatıyla (!) yorumunu yapıyor: "Eski Amerikan sineması ne güzeldi, büyüleyici hikâyeler anlatırlardı. Şimdi İtalyanlar ne kadar acı varsa onu izletiyor, savaş yetmiyormuş gibi."
İtalyan Yeni Gerçekçiliği'ne (muhtemelen de Roberto Rossellini sinemasına) atıfta bulunan bu girişin ardından salonun önünde gezinen hayta görünümlü bir genç, Iris'i tarihi bir filmin çekimleri için ertesi gün yapılacak seçmelere davet ediyor. Bu teklif kızların ve annelerinin gönlünü bir şekilde çeliyor,
ne de olsa onlar sinemaya sevdalılar.
Üçlü, seçmelerin yolunu tutarken sakin, minyon tipli Mimosa da şansını deniyor ama olmuyor. Derken stüdyo içinde şaşkın bir biçimde dolaşırken koridorda kılıç ve sandaletlerin hâkim olduğu, Eski Mısır'da geçen filmin Kleopatra'yı andıran ana karakterini canlandıran Josephine Esperanto'yla göz göze geliyor. Uluslararası yıldız çok geçmeden talimat veriyor ve nedimelerden birini onun oynamasını istiyor. Peşi sıra beklenmedik gelişmeler oluyor. Esperanto çekim sonrası Mimosa'yı yanında istiyor, arabasına alıyor, akşam yemeğine davet ediyor ve oradan da bir partiye götürüyor.
Saverio Costanzo son filmi 'Şafak Sökerken'de (Finalmente l'alba), 1950'ler İtalya'sında Roma'daki ünlü Cinecitt? Stüdyoları'na yolu düşen genç bir kızın, bir gün boyu yaşadığı gerçeküstü maceraya odaklanıyor. Kendisini neden yanında istediğini anlamadığı bir Hollywood yıldızının peşinde, tanımadığı ama uzaktan hayran olduğu yıldızlarla dolu bir dünyanın kapısını aralıyor. Ve orada karşısına bambaşka kişilikler, hasletler, karakterler çıkıyor. Ava Gardner, Liz Taylor, Rita Hayworth gibi yıldızların bir karışımı olarak sunulan Esperanto, aralarında bir ilişki olduğuna dair hissiyat yayan rol arkadaşı Sean Lockwood ve sanat simsarı Rufus Priori'yle birlikte yanlarına Mimosa'yı da katıp gerçek kişiliklerini sergiledikleri bir gecenin ortağına dönüşüyorlar.
strong class'read-more-detail'Haberin Devamı'Babylon'u andırıyor...
Genç kızı parti ortamında İsveçli şair Sandy olarak lanse eden Esperanto, narsist kişiliğini ortaya saçıp dökerken 'yıldızım, her istediğimi yaparım'ı göstermek için çabalayıp duruyor. Lockwood ise Mimosa'daki masumiyete vurulduğunu kanıtlama derdinde. Yıldız olmak isteyen ve cesedi deniz kıyısında bulunan bir kızın hikâyesi filmde alt motif olarak sunuluyor. Bütün bu şatafatlı, bir o kadar da trajedi içeren olaylar zengin birinin malikânesinde geçiyor.
Costanzo 'Şafak Sökerken'de o pırıltılı görünen dünyaların ardındaki ikiyüzlü kişilikleri, bu ortamın psikolojik açıdan sorunlu karakterlerini anlatırken masum bir genç kızı bir tür ayna göreviyle sahaya sürüyor. Film hafiften Fellini'nin 'Tatlı Hayat'ına (La Dolce Vita) göndermeler yapıyor ama Mimosa'nın bütün bir gece yaşadıkları ve uğradığı duraklar itibariyle akla daha çok Damien Chazelle'in 'Babil'i (Babylon) geliyor (Öyle ki sanki oradaki filin yerini aslan almış gibi).Filmdeki en iyi performans emektar aktör Willem Dafoe'dan gelmiş (en sağda).
strong class'read-more-detail'Haberin Devamı