15 yıl aradan sonra sinemaya dönen 70 yaşında bir yönetmen hem sanatıyla hem yıllar önce terk edip gittiği biri oyuncu, diğeri akademisyen iki kızıyla barışmak istiyor. Bu yıl Cannes'dan Jüri Büyük Ödülü'yle dönen 'Manevi Değer' son derece çarpıcı, yer yer komik, sanat ve yaratıcılık gibi koridorlarda da dolaşan bir aile dramı.
Tanınmış film yönetmeni Gustav Borg, yıllar önce terapist eşi Sissel'i ve kızları Nora'yla Agnes'i geride bırakarak çekip gitmiştir. Büyük kızı Oslo Tiyatrosu'nun seçkin oyuncularından biri olmuş, küçük kızıysa tarih üzerine uzmanlaşarak akademiyi tercih etmiştir. Anne vefat eder ve baba tekrar kızlarının karşısına çıkar. Nora yaşadığı tüm travmaların nedeni olarak Gustav'ı görmüştür ve aralarındaki mesafeyi korumaktan yanadır. Evli ve bir çocuk annesi Agnes daha uzlaşmacı bir profil çizer. Kızlar için büyüdükleri evin onlardaki hatırası çok değerlidir ve kâğıt üstünde sahibi olan babalarının bu konuda ne yapacağını merak ederler. Gustav, Nora'yla bir kafede buluşur ve yazdığı yeni bir senaryoyla 15 yıl sonra setlere döneceğini söyler, evlerinde çekeceği bu projede başrolü de onun oynamasını ister. Nora bu teklifi reddeder ve baba, kendine yeni bir başrol oyuncusu bulur: Eski yapıtlarının gösterildiği Fransa'daki Deauville Film Festivali'nde filmlerine hayran olduğunu söyleyen Amerikalı yıldız Rachel Kemp... Okuma provaları sırasında kimi gelişmeler olur, öte yandan baba ve kızları eski hesapları bir kez daha açarken yüzleşmeler başlar...
Haberin DevamıKuşaklararası yolculuk
İskandinav sinemasının son dönemde ışıl ışıl parlayan yaratıcılarından Joachim Trier'nin imzasını taşıyan 'Manevi Değer' (orijinal ismi 'Affeksjonsverdi', Batı âlemlerindeki adıysa 'Sentimental Value') nihayet bizde de gösterime giriyor. Bu yıl Cannes'da Jüri Büyük Ödülü'nü kazanan çalışma, arka planına yerleştirdiği eski ama birçok şeye tanıklık etmiş bir evin eşliğinde kuşaklararası bir yolculuğu anlatıyor, baba-kız ilişkilerine göz atıyor,
bir yandan da sanatın kendine özgü kıvrımlarında, dertlerinde, güzellik ve acılarında dolaşıyor. Trier'nin daimi yazım ortağı Eskil Vogt'la birlikte senaryosunu kaleme aldığı çalışma birçok incelikli detayı ve anı barındıran bir yapıta dönüşmeyi başarıyor. Gustav için ilerlemiş yaşına rağmen çekmek ve başrolünü Nora'ya vermek istediği yapım, aile içinde çok konuşulmamış bir trajedinin de ifadesi. Yönetmenin annesi 2. Dünya Savaşı'nda bir aralar ortadan kaybolmuş ve yeniden ortaya çıkışında da neler olduğunu anlatmamıştır. Sonrasında intihar etmiştir. Gustav filminde annesinin öyküsünü perdeye taşımak istemektedir. Bu yüzden olayların yaşandığı eski evlerinin özel bir yanı vardır ve aynı mekânları kullanmak niyetindedir. Öte yandan ana karakterinde sadece annesinden değil kızından da izler vardır!
Joachim Trier trajik yanları olan ama bir hayli komik sahnelere de sahip 'Manevi Değer'de bence çok zor bir işin üstesinden geliyor ve sanatı yüceltme pahasına yaratılan dramları güçlü dokunuşlarla seyircisine sunuyor. Bu yansıtma çabasında özellikle diyaloglar çok başarılı. Örneğin baba-kızın kafedeki buluşmalarında Nora ev hakkında konuşacaklarını düşünüyor. Gustav çekeceği filmden bahsettikten sonra "Bu rolü senin için yazdım, senden başkası oynayamaz" diyor ve ekliyor: "Seni 'Medea'da izledim." Nora da şu cevabı veriyor: "Arada gitmiştin." Babanın yanıtıysa şöyle oluyor: "Tiyatroyu sevmem, dekorlar kötüydü ama sen iyiydin..." Kızı meseleye son noktayı şöyle koyuyor: "Ne filmi, karşılıklı konuşmuyoruz bile..." Baba-kızın öykünün ilerleyen bir başka bölümündeki 'sanatsal' hasbihalindeyse şöyle diyaloglara rastlıyoruz: Gustav "Zamane sanatçıları tam bir küçük burjuva... Çocuğunun futbol oynaması ya da araba sigortasının halledilmesi gibi meselelerle uğraşılırken 'Ulysses' yazılmaz. Gerçek sanatçı özgürdür ve öyle kalmalı" derken Nora "Yani çocuk yapmamalı mı" diye soruyor. Baba "Öyle deme, sen başıma gelen en güzel şeysin" diye devam ederken kızı şöyle karşılık veriyor: "Öyle mi, seni hiç göremedik ama..."
Haberin DevamıÖzetle bu didişme filmin odak noktalarından biri. İlk bölümde Ibsen ve Çehov oyunlarındaki rolleriyle bilinen Nora'yı rolünü icra etmek için beklerken görüyoruz. Tam bu noktada feci bir sahne korkusu onu sarıp sarmalıyor. Panik atağının üstesinden gelmek için de gizli ilişkiyaşadığı rol arkadaşına sevişmek istediğini söylüyor. Ya da son çare olarak kendisini tokatlamasını talep ediyor. Bu son derece absürt sahnenin ardından ilerleyen bölümlerde anlıyoruz ki Nora'nın bütün bu korkularının ardında babasının onları terk edişinden kaynaklanan travmanın izleri var... Gustav geçmişiyle hesaplaşmasının ifadesi olan yeni filminde ona yer vererek kızıyla arasındaki duvarı da yıkmanın derdinde.
Haberin DevamıJoachim Trier eski söyleşilerinin birinde "İnsanlar sinemanın ve romanın ölümünden bahsediyor. Roman kendini yeniden icat etti, biçim değiştirdi, deneysel oldu ve hayatta kaldı. Bence filmler de bundan ilham almalı" demişti. Ben Norveçli yönetmenin bu işin üstesinden geldiğini ve yedinci sanatı günümüzde ayakta tutan yaratıcılardan biri olduğunu düşünüyorum. Lakin onun filmlerini sevmek için sanırım belli bir yaşın üzerinde olmak gerekiyor. Çünkü kuşaklararası geçişlerin tıkanık noktalarını, modern dünyanın tüm teknolojik unsurlarıyla üzerimize boca ettiği yeni kültürün yarattığı uyumsuzlukları anlatıyor. Mesela bir önceki filmi 'Dünyanın En Kötü İnsanı'nda ana karakter Julie'nin kanser olan eski sevgilisi Aksel, son görüşmelerinde kendini şöyle ifade ediyordu: "İnternet ve cep telefonlarının olmadığı bir çağda büyüdüm. Farkındayım, çok yaşlı biri gibi konuşuyorum ama durum bu. Benim büyüdüğüm dünya yok olup gitti. Biz sabahtan akşama kadar plak dükkânlarını gezerdik. Sahaflarda ikinci el çizgi romanlara göz atardım, videocularda dolaşırdım. Kültürün objeler aracılığıyla yayıldığı bir dönemde büyüdüm." Trier 'Manevi Değer'de belki daha evrensel bir öykü anlatıyor ve çoklarımızı içine alabilecek ailevi dertlere vurgu yapıyor.

3