Başlığı ben bulmadım. Cezasızlık (impunity) literatüründe sıkça kullanılan bir kavramdır.
Kanunlar enayiler içindir.
Cezalandırılmayacaklarına inananlar için kanunların bir önemi yoktur.
Kanunlara uymasalar da bir ceza görmeyeceklerine inanırlar.
Bizim gibi enayiler kanunlardan korkarlar. Bu nedenle de cezaları peşinen öderiz.
Oysa cesurlar kendilerine af çıkacağını bilirler ve kanunları ciddiye almazlar.
Yeni cezasızlık örneğimiz Ulaştırma ve Altyapı Bakanından geldi.
Hafta içi dikkatinizi çekmiştir.
Bakan şürekasıyla birlikte 22-23 Mayıs tarihlerinde Almanya'da Uluslararası Ulaştırma Forumuna katıldı.
Foruma, Bakanlıkla büyük işler yapan Rönesans şirketinin uçağıyla gidilmiş.
Bakan bu garip durumu açıklamak için cezasızlığa sığındı.
Nasıl mı
Gelin bir bakalım.
NE OLDU
TBMM Dijital Mecralar Komisyonu'nda Rönesans şirketine ait özel jet ile Almanya'daki toplantıya gitmesini şu şeklide açıkladı.: "Benim yurt dışı gezimle ilgili aklınızda soru işareti kalmasın. Ben soruyu şöyle sormanızı isterdim; niye gittin, nereye gittin, özel işine mi gittin, gidiş gerekçen neydi... Sadece oradaki bir tarafını öne çıkartarak, kamuoyu da yönlendirilerek böyle bir durum ortaya çıktı. Şimdiye kadar açıklama yapmadım neden; kamuoyunda tekrar gündeme gelmesini istemedim." (29052024)
Cezasızlık!
"Bakanlığa büyük iş yapan ilgili firmanın sözleşmesinde ulaştırma ile ilgili yurt içi ve yurt dışındaki eğitim, sempozyum ile ilgili masraflar bilabedel olmak üzere taraflarından karşılanır diye bir imkan var. Burada ne bir uçak kiralaması var ne devletin ilave bir ücret ödemesi var."
Bu açıklamayı ancak cezasızlığa inanıyorsanız yaparsınız
Siz inanıyor musunuz ki şirket ihalede teklifini verirken bu tür hizmetlerin bedelini fiyatlamadı.
Kim inanır
Sayın Bakan aklımızla dalga geçen bir açıklama yapmış.
Neden mi
Devam edelim.
TASARRUF TEDBİRLERİ
Öteden beri kamuda tasarruf deyince akla hemen kâğıt kürek işleri gelir.
Taşıt alımlarına, kamplara, lojmanlara, telefonlara ve elektrik, su kullanımına hemen sınırlama getirilir.
Ama Türk bürokrasisi işini bilir.
Onlar "Osmanlı'da oyun bitmez" diyen bir geleneğin devamıdır.
Merkezi kurumlar bu tür tasarruf tedbirlerini zaten ciddiye almazlardı.
Taşra teşkilatları ise farklı bir formül bulmuşlardı.
Bölge ve il müdürlükleri bu tür ihtiyaçlarını ihale şartnamelerine yazdırırlardı.
Sanki taşıtlar ve telefonlar şantiyede kullanılacakmış gibi davranılırdı.
Sonra da makam sahipleri bu araçları kendileri kullanırdı.
Zamanla bu davranış biçimi merkezi kurumlara da yansıdı.
Gel zaman git zaman Türkiye 2001 yılında önemli bir ekonomik krize girdi. Gün, bugün olduğu gibi kâğıttan kürekten tasarruf etme günü değildi.
Önemli yapısal reformların yapılması gerekiyordu.
Oyuna IMF, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği de girmişti.
Yapılacak reform alanlarından birisi de kamu ihaleleriydi.
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu (KİK) 4 Ocak 2002'de çıkarıldı.
Kanun koyucu olan TBMM devlet memurlarının bahsettiğim cingözlüğünün farkındaydı. Bunların kâğıttan kürekten tasarruf tedbirlerini delmelerinin önüne geçmek için yapısal bir önlem aldı.
TBMM, KİK'in temel ilkeler bölümünde "aralarında kabul edilebilir doğal bir bağlantı olmadığı sürece mal alımı, hizmet alımı ve yapım işleri birarada ihale edilemez" dedi. (md.52).
Bu madde çerçevesinde ihale şartnamelerinde kendi keyfinize yönelik ihtiyaçlara yer verilemez denildi.
Zamanında taşıt ve cep telefonu alımlarının arkasından dolaşılırdı. Bu arkadan dolaşmayı yasaklamak için ihale kanunu çıkarıldı.
Ama kanunun açık hükmüne rağmen; AK Partinin bürokratları taşıt alımını da aşmışlar ve özel jetlere geçmişler.
Çünkü hazretler cezasızlığa inanıyorlar.
Üstüne şirketlerle imzaladıkları sözleşmelere personelin "layıkıyla ağırlanması" şartını da koymuşlar.
Üstüne basarak cezasızlık diyorum.