Hem vatanı kurtarmak hem de gariban babası olmak!..

Değerli okurlarım,Sizlere bu pazar da, değerli yazar kardeşim Hasan Baran'ın yakında SÖZCÜ Kitabevi'nden çıkacak olan "Şark Fatihi Kazım Karabekir Paşa" kitabından göz yaşartan bir anıyı aktaracağım."Ben Timsal Karabekir, Şark Fatihi Kazım Karabekir Paşa'nın en küçük kızıyım. Paşa babam, savaşta yetim kalan 4-14 yaş arası binlerce çocuğun bakımını üstlenen, eğitimleriyle ilgilenen bir komutan olmasının yanı sıra, çok vicdanlı, merhametli ve insana çok değer veren bir gariban babasıydı. Doğu'da savaşta yetim kalan binlerce çocuğa sahip çıktı. Kolordunun imkânlarını kullanarak yetimler için Sanayi Mektebi, Leylî Eytâm, İbtidâî Mektebi, Erzurum Ana Mektebi, İş Ocağı, Sıhhiye Mektebi, Sarıkamış Askerî İdâdîsi ve Sarıkamış Ana Mektebi gibi eğitim kurumlarını açtı. Kolordudaki ustalar sanat, subaylar da okuma yazma ve terbiye öğretmeni olarak görevlendirildi. Sanatkâr olan çocukların bir kısmı kolorduda bırakılıyor, diğerlerinin dışarıda iş bulmasına yardım ediliyordu. Zeki olanlar ise özel eğitime tâbi tutuluyor ve askerî mektebe gönderiliyordu. Çocuklarla bizzat ilgileniyor ve yazdığı tiyatro oyunlarını onlara oynatarak eğitimlerine yardımcı oluyordu.Paşa babamın hayatı hızlı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geldi geçti.Hâlâ hatırlarım:Kadranına bildiğim bilmediğim ne kadar şehir varsa yazılmış bir radyo dünyadan sesler getiriyor: Canlı, kıvır kıvır, kömür alevleri gibi saydam sesler... Dünyanın her şehrinden şarkılar, türküler, sımsıcak odamıza dolaşıyor...Yılın ilk kar fırtınası İstanbul-Erenköy'ü basmıştı.Babamla birlikte dışarıya bakıyorduk.Kar taneleri rüzgârda savruluyordu.Lapa lapa pencere camlarına vuruyor, buğuların üstünde kar tanecikleri parıldıyordu. İlerideki ağacın dallarında, üşümüş kumrular ötüyordu.Uçarken sivri, üçgen kanatlarıyla kolay ayırt edilen siyaha yakın koyu, kül rengi, ötüşü ıslığa benzeyen avucum kadar bir kuş geldi kondu camın önüne.Babam, "Yazık açtır bu kuş, ne bulsun da yesin bu karda kışta, getirin bir tas buğday..." dedi.Annem bir tas aşurelik buğday getirdi. Babam pencereyi açtı. Pencerenin açılmasıyla birlikte yüzümüze ayaz bir sis vurdu, küçük kuş da ağaçtaki kumrular da telaşla havalandılar. Kar taneleri gibi evin çevresini dolandılar.Babam kocaman tasın içindeki buğdayın yarısını pencerenin önüne, yarısını ağacın altına doğru serpeledi. "Kuşlar şimdi gizlenmiş bir yere bize bakıyorlardır, biz pencereyi kapatınca gelir yerler" dedi.Kazım Karabekir'in kızı Timsal Hanım.Tam pencereyi kapatacaktı ki, bir adam göründü. Adamın üstünde eski bir mavi gömlek vardı, pantolonunun belini iple sıkmıştı ve titreye titreye gidiyordu.Babam seslendi."Sen bu karda kışta üşümüyor musun be adam"Adam, babamın sesini duyunca dönüp dikkatlice baktı, esmer kirli sakallı yüzü gülümsedi. Ön dişlerinden ikisi kırıktı.Bir kuşun kanadını hızla kaldırması gibi elini başına götürüp bir asker selamı çaktı.-Üşüyorum paşam, ama başka giyecek bir şeyim yok!"Senin ismin ne"-Sadri"Gel kapının önüne Sadri, bekle evladım, açacağım kapıyı..." Babam pencereyi kapattı.Anneme seslendi: "Getir Hanım bana ördüğün kazağı..." Annem günlerdir uğraşıyordu o yün kazağı örmek için. Daha yeni bitirmişti. Boyunlu, iki kol omzundan başlayan başak motifleri aşağıya kadar devam eden çok güzel bir kazaktı. Kalın yünden örmüştü annem, yeşil bir yorgana benziyordu, insan o kazağı giyip karın üstüne yatsa üşümezdi! Annem anlamıştı babamın o kazağı adama vereceğini."Bey, senin başka kazaklarından, kışlıklarından verelim, bunu üstüne bile giymedin, daha yeni bitirdim" dedi.Babam, "Olmaz Hanım, biz bu vatanın kurtuluşunu onlarla sağladık. Eskiyi layık göremem. Bu yepyeni kazak yaraşır bu vatanı kurtaran insanlara" dedi ve kazağı annemin elinden aldı. Cüzdanındaki paranın hepsini çıkardı ve avucunun içinde bir tomar halinde bükerek, kapıyı açtı. Adam titrer bir halde kapının önünde duruyordu.Kirpikleri bile karla örtülüydü.Rüzgâr insanın yüzünü iğne iğne yakan ince karı üfürüyor, avluda gümüşümsü sisle kaplı bir kar öbeği oradan oraya savruluyordu. Çitlerin ardındaki ağaçları kaplayan kar örtüsü rüzgârda düşüp dağıldıkça güneş ışığından çeşit çeşit renkler yansıtıyordu.Rüzgâr karı, açıkta öylece bekleyen adamın üstüne doğru savuruyordu. Kaşlarının, kirpiklerinin üstündeki, solgun yanaklarındaki kar taneleri eriyordu.Gözlerini kısıp avucuyla yüzünü sildi, kendini toparladıktan sonra babama baktı. Gözleri heyecandan kopkoyu olmuştu.Adam adeta esas duruşta heykel gibi bekliyordu."Gel be adam açıkta durma, şu sundurmanın altına gir" diye çıkıştı babam.Tuttu kolundan sundurmanın altına doğru çekti. Kazağı adama giydirdi, avucundaki bir tomar parayı da "Seninle helalleşelim" diyerek adamın avucuna sıkıştırdı.Kazağın içinde yeşillenmiş bir dal gibi gülümseyen, mutlu olan, sevinen adama gözleri buğulanarak baktı."Nasıl, şimdi üşüyor musun" diye sordu.-Paşam sizden Allah razı olsun, hem vatanı kurtardınız, hem