Son günlerde siyasetin amasız, fakatsız birlik olması ve tepki vermesi gereken olaylar yaşıyoruz. Bir yandan da 31 Mart'taki sandık yarışına dönük faaliyetler devam ediyor. Başkan adaylarının tamamı henüz netleşmedi ama herkes kazanmak iddiasında. Bu elbette ki olması gereken bir durum. Hiçbir partinin ya da siyasinin "Biz değil, o kazanır" demesi beklenemez ancak olabilirliğinin sadece siyaset mühendisliği ve kâğıt üstündeki toplama çıkarmalarla izah edilemeyeceği de bir gerçek. Hele de önceki seçimlere göre darmadağın bir görüntü veren muhalefet açısından... Dün "kanka" havasındakiler, bugün birbirlerine rakip, hatta hasım durumundalar. Hür ve bağımsız olarak kendi logoları, adaylarıyla seçime girip seçmen nezdindeki gerçek güçlerini de test edecekler. Daha doğrusu toplumsal karşılıkları ortaya çıkacak. Dolayısıyla "Başarısız olursak sahneden çekilmek zorunda kalabiliriz" gerçekliği de peşinen karabasan gibi çökmüş vaziyette. Bu sadece koltuğa oynayanlar için değil, her siyasi aktör ya da parti ve siyasetteki varlık hesaplarını onlara göre yapanlar içinde geçerli. Yani partiler, adaylar ve popüler isimler kadar siyasetteki varlıklarını o isimlere endekslemiş olanlar da var bu kapsamda. Bu anlamda "kazanmayı, partisinin sandıkta kaybetmesi" üzerine kurgulayanlar da söz konusu bir yandan da. Özellikle de üç başlı bir görüntü veren ana muhalefet partisi CHP'de.
strong class'read-more-detail'Haberin DevamıMalum CHP'nin kurultayda seçilmiş bir görünür Genel Başkanı Özgür Özel var. Ama görünürde olmayan, daha çok da perde arkasındaki müdahalelerle "güç bende" diyen bir Ekrem İmamoğlu gerçekliği de söz konusu. Bir de siyaseti bırakmadığını söyleyen ve açtığı ofisiyle alternatif bir genel merkez havası veren Kemal Kılıçdaroğlu'nun varlığı. Çünkü o da şimdiye kadar muhalefetin en yüksek oyunu ben aldım diyor, hırsı devam ediyor hatta katlanmış gibi. Çevresindeki ekibi de bu yönde pompalıyor. CHP'de üç ayrı dinamik ya da parti içi dengeler anlamında kritik bir üçgen söz konusu yani. Bu üçgenin görüntüsü de "Eşkenar, çeşitkenar, ikizkenar" olarak göreceli bir algı veriyor. Bir bakıyorsun güç dengeleri hepsinde de eşit, eşkenar gibi duruyor ama gelişmelere göre farklı, çeşitkenar da sanılıyor. Ya da Kılıçdaroğlu-Özel yakınlaşması veya İmamoğlu-Özel dayanışması havasıyla da birden ikizkenar üçgenler durumuna da evriliyor. Hal böyle olunca da bu