Oğluna laf geçiremeyen baba!

İsrail'in Suriye'yi istikrarsızlaştırmaya çalıştığı, bölme niyeti aleni bir durum... Dolayısıyla rahat durmayan bir İsrail var... Niyesi açık; İsrail, Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge sürecinden hoşnut değil... Olmasını beklemek abes olurdu zaten... Doğrudan Türkiye'ye efelenmeyi göze alamadığı için de bildik vekiller, aparatlarıyla aşağılık oyunlar peşinde... Terör örgütü YPG/PYD ya da SDG'yle koordineli olarak Suriye'deki fay hatlarını kaşıyor, tetikliyor. Pervasızca SDG'yi gazlıyor, Suriye ordusuna entegre olması için altına imza koyduğu mutabakata uymalarını engellemek amacıyla... Birilerinin koltuk altına girmeye, maşası olmaya dünden hazır SDG elebaşı da aldığı gazla Suriye'nin geleceği üzerine abuk sabuk zırvalıyor... "Tek devlet, tek orduya evet ama özerklik istiyoruz" diyerek. Hatta, teröristleri ordu yapılanmasına dönük mevkilere, komutanlıklara yerleştiriyor aklınca... Zorlamak hesabıyla da tehdit, şantaj arada bir de saldırma dahil her türlü alçaklığı deniyor... PKK/YPG/SDG, 10 Mart'taki sekiz maddelik mutabakatta yapmayacağım dediği şeyleri yapmaya çalışıyor yani... Bunda da ABD'nin dalgalı tavrının etkisi büyük. Açıklamalarıyla politikaları arasında senkronizasyon sorunu var zira... Mesela SDG'ye "entegre ol" diyor ama bir yandan da beslemeye, desteklemeye devam ediyor. İstiyormuş gibi davranan fakat yaptıklarıyla kafa karıştıran bir ABD söz konusu... Son olarak da Suriye Cumhurbaşkanı Şara'yla görüşme hamlesi geldi Beyaz Saray'dan... Elbetteki Şara'nın Washington ziyareti, ABD Başkanı Trump tarafından kabulü, görüşmesi son derece önemli ama Amerika'nın kafasından ne gibi şeytanlıklar geçiyor kim bilir

★ ★ ★

SDG meselesinde Türkiye'nin kırmızı çizgisi belli. Bu konudaki kararlılığı da açık. Net bir şekilde ilk günden bu yana söylenen tek cümle şu: PKK bütün unsurlarıyla silah bırakmalıdır. O unsurlardan bir tanesi de YPG/SDG'dir. Bu kadar basit… Öcalan çağrıyı yaptığı zaman bunun Suriye PKK'sını da kapsadığı ifade edilmişti zaten… Sırrı Süreyya Önder açıkça söylemişti mesela. Hatta "Gerekirse bizzat gider anlatırız" diyerek. Dolasıyla gelinen noktaya bakıldığında Abdullah Öcalan'ın hakkında "manevi oğlum" dediği PKK/YPG/SDG elebaşı "Ben babalık falan tanımam, takmam, Abdullah Öcalan'dan bana ne, benim hamim, babam artık ABD'dir" diye bir tercih yapmış gibi daha çok... Bir yandan da "Biz bu işi istiyoruz ama bazı şartlarımız var" gibisinden söylemlerle hafiften oyalama taktiği,durumu da söz konusu… Aynı görüntü Öcalan'ın emir komutası altında hareket eden ya da öyle sanılan terör örgütünün Kandil ayağı için de geçerli..

Bu durumda da İmralı'dan yeni bir çağrı ya da adrese teslim bir mektupla, manevi oğluna "Sen de buna dahilsin, silahı bırak" demesi gerekir. Gerçekten daha önceki çağrısında samimiyse tabii... Yok değilse de ya oğluna laf geçiremeyen bir baba(!) veya etkisi olmayan bir "İmralı", ya da hâlâ örgüt unsurları üzerinden eylem yapma niyetinde olan ve kendi liderliğini sağlamlaştırmaya çalışan bir Öcalan var demektir bu... Eğer böyleyse de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bu numarayı asla yemeyeceği açık. Sonunun nereye varacağını da kestirmek hiç zor değil...