Hayatımda çok az yolculuk için bu heyecanı duymuşumdur. Eminim, perşembe sabahı "Akdeniz" adlı Türk Hava Yolları (THY) uçağı İstanbul'dan havalanırken, Kıbrıs ve Lübnan üzerinden süzülerek nihayet -tam 13 yıl sonra- Şam'a inerken, bu hissiyatı paylaşanlar hiç de az değildi. Uçağımızdaki Suriyeli yolcuların içten coşkusu, hep bir ağızdan söyledikleri ezgiler, döktükleri gözyaşları, aprona iner inmez yaptıkları şükür secdeleri bunu gösteriyordu zaten. Dile kolay, aralarında bazıları memleketlerini ilk kez görecekti. Bazıları, Baas rejiminin keyfî yasakları sebebiyle onlarca yıldır ülkelerinden ayrıydı. Uçakta, sırf bu ilk seferi kaçırmamak için ta Amerika'dan gelenler bile vardı. Şam'a kavuştukları anda izhar ettikleri hesapsız sevinci görmeye değerdi doğrusu.
Yolculuk sırasında Lübnan semaları kapalıydı, ama ülkeye adını ve hâkim rengini veren bembeyaz dağların karlı zirveleri bulutların arasından seçiliyordu. Nihayet Suriye hava sahasına girdiğimizde bulutlar dağıldı ve Kasyûn Dağı'ndan itibaren Şam'ı seyrederek havaalanına iniş yaptık.
Uluslararası Şam Havaalanı'na doğru alçalırken, şehrin özellikle dış semtlerindeki korkunç yıkım, bütün çıplaklığıyla görülüyordu. İran destekli Beşşâr Esed yönetiminin kendi halkının üzerine varil bombaları yağdırdığı Dûma, Harasta ve diğer semtler, üst üste şiddetli depremler geçirmiş bir afet bölgesini andırıyordu. Aynı yıkım Yermûk ve Haceru'l-Esved'le civarında da gözlemleniyordu. İsrail işgali sebebiyle vatanlarını terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin oluşturduğu bir mülteci kampıydı Yermûk. Ve Filistinliler, burada Esed rejimi tarafından aylarca kuşatılmış ve hatta açlıktan ölmüştü. Baas, "İsrail'e karşı direniş ekseni" idi sorsanız
Şam'ı havadan izlerken dikkat çeken bir diğer nokta, şehrin verimli arazilerinin ve yeşil alanlarının genişliğiydi. Savaşa ve yıkıma rağmen, Şam'ın o mümbit toprakları insanoğluna umut vaat etmeyi sürdürüyordu. İslâm tarihi boyunca bütün seyyahların "batının cenneti" adını verdikleri Gûta -ki "doğunun cenneti" de Semerkand'dı- bağrındaki onca acıyla birlikte, bereketini kuşanmıştı. Suriye karanlık bir dönemi geride bırakırken, taşı-toprağı da kendisini aydınlık bir geleceğin getireceği hayırlı müjdelere hazırlamış gibiydi.
Sıklıkla vurguluyorum: 2011'den itibaren yaşananlar, sebep olduğu çok boyutlu insanî krizlerin yanı sıra, muhayyilemize ve hafızamıza büyük darbe vurdu. İçinde Suriye'nin de yer aldığı Bilâdüşşâm coğrafyası, Türkiye'de yaşayan sıradan insanlar için sadece mülteci meselesini, siyasî polemikleri ve iç gerilimi çağrıştıran bir noktaya indirgendi. İslâm dünyasının en derin ilmî, manevî ve tarihî havzalarından biri olan Suriye, mülteci parantezine sıkıştırıldı, ötelendi, ufkumuzdan dışlandı. Şimdi bu kıymetli komşumuzla iletişim ve ulaşım imkânları hızlı bir şekilde geliştirilirken, bu durum, Suriye'yi aslî ve gerçek hüviyetiyle tanıma noktasında elmas değerinde bir fırsat.