Ekim ayının başında "Kayıp Coğrafyanın İzinde-Doğu Türkistan Seyahatnamesi"nin yayınlanmasından bu yana, mevcut yoğunluklarım birkaç katına çıktı. Türkiye'nin her yerinde verdiğim konferanslar, katıldığım fuar ve imza günleriyle okur-yazar buluşmalarının sayısını şimdiden unuttum. Şahsımdan bağımsız olarak, kitaba kamuoyunun gösterdiği olağanüstü teveccüh, Türkiye'deki her kesimin Doğu Türkistan meselesine sıcak ve yoğun bir alaka duyduğunu da ortaya çıkardı.
Geçtiğimiz hafta, Diyanet İşleri Türk İslâm Birliği'nin (DİTİB) ev sahipliğinde, yine Doğu Türkistan'ı konuşmak üzere Fransa'daydım.
Pazartesi öğlen vakti Paris Charles de Gaulle Havaalanı'na iner inmez, şehirdeki ilk durağım Paris Camii oldu. 1926'da dönemin Fransız yönetiminin desteğiyle ibadete açılan bu güzel mabede ne zaman yolum düşse, Endülüs-Fas hattının esintileri içimi yoklar. Müslüman Arap fatihlerin Endülüs'te Vizigotlardan devşirdiği atnalı kemerleri, bahçesindeki havuzları, koyu gölgeli ağaçlar, Mağrib tarzı gösterişli minaresi ve içinde her milletten Müslümanıyla, Paris Camii, her anlamda tam bir kavşak noktasıdır.
Camide namazlarımızı eda ettikten sonra, bana eşlik eden kıymetli kardeşim Âdem Yılmaz'la birlikte külliyenin kuzeydoğu köşesine yürüdük. Az sonra, Paris Camii'nin ilk imamı ve idarecisi -Fransızcada "rektör"- olan Cezayirli din adamı Kaddûr Ben Gabrit'in (1868-1954) kabrinin başındaydık. Adını taşıyan bir kapının iç kısmında, üzeri mozaik ve mermer kaplı bir mozolede yatan Ben Gabrit, Fransız yönetiminin en sadık adamlarından biri ve bugün tartışmalara konu olan "Fransız İslâm'ı" mefhumunun temsilcilerindendi. Her şeyiyle, ülkesini işgal altında tutan Fransa'ya adanmış bir ömür sürdü. Böyle şahsiyetlerin kabrini ziyaret ederken, din-siyaset ilişkilerine dair nice ibret tabloları akıp gidiyor insanın zihninden. Ve dilimizden, istikametimizin şaşmaması için nice dualar…
İlk programımızı pazartesi akşam DİTİB'in Paris'teki merkez binasının konferans salonunda icra ettik. Doğu Türkistan'ı konuşurken, aslında bizi ve kendimizi konuştuk. Salı akşamı, ikinci konferansım Lyon kentinde yine DİTİB'in bölge merkezindeydi. Her ikisinde de karşımda, her yaştan insanların oluşturduğu canlı, ilgili ve dikkatli bir dinleyici kitlesi vardı. Bilhassa Paris programına şehirde yaşayan Uygur kardeşlerimiz yoğun biçimde iştirak ettiler, konferansın sonunda kendi tecrübelerini içeren paylaşımlar yaptılar.
Bir ara, konuşmayı yaptığım salonlarla Kaşgar arasındaki uzaklığı düşündüm. Arada en az 5 bin 700 kilometrelik bir mesafe vardı. Ama mesafeler kaybolmuş, uzaklar yakına gelmiş ve biz kardeşlerimizle buluşmuştuk. Gulca'dan, Artuş'tan, Turfan'dan, Yarkent'ten, Hoten'den bahsederken, göz göze geldiğim herkeste aynı hissiyatı apaçık görüyordum.

4