Kahramanları ziyaret

Geçtiğimiz hafta, çarşambadan pazara kadar Suriye'deydim. Yanımda üç kıymetli dostum daha vardı. En kuzeyden en güneye, hazırladığımız bir rota dâhilinde adım adım ilerledik. Seyahat bittiğinde, uğradığımız durakları düşününce şu cümleyi kurdum: "İslâm tarihinin kahramanlarını ziyaret etmişiz." Gerçekten de, kabirleri başında durup hikâyelerini konuştuğumuz şahsiyetlerin tamamına yakınını neredeyse ta ilkokuldan itibaren duyuyorduk. Hepsinin Suriye topraklarında cem olması da, Bilâdüşşâm'ın bereketine işaretti.

İstanbul'dan Gaziantep'e kadar uçakla geldikten sonra, seyahatimize karayoluyla devam ettik; Öncüpınar Sınır Kapısı'ndan Suriye'ye girdik. İlk durağımız, Azez'de Suriye'nin ilk astronotu Muhammed Ahmed Fâris'in kabriydi. 1987'de uzaya çıkan Fâris, bu tecrübenin ardından albay rütbesiyle Suriye hava kuvvetlerinde de görev almıştı. 2011'de başlayan halk ayaklanması sırasında muhaliflere katılan Fâris, daha sonra Türkiye'ye geldi. 19 Nisan 2024'de geçirdiği kalp krizi sonucu vefat ettiği için, Baas rejiminin devrildiği günleri göremedi.

Azez'den sonra, yanık sesiyle söylediği marşlar bugün hâlâ dillerde olan "Devrimin Bülbülü" unvanlı Abdulbâsit Sârût'u ziyaret ettik. Sârût'un İdlib'in Dânâ kasabasındaki kabrini bulmak hiç zor olmadı. Yerini sorduğumuz herkes, özellikle de çocuklar ve gençler, saniye bile tereddüt etmeden gösterdiler. Azez'de Muhammed Fâris'in kabrine de aynı şekilde kolayca ulaşmıştık. Suriyeli genç neslin kahramanlarının varlığından böylesine canlı biçimde haberdar olması bize hem sevinç hem de umut verdi.

Güneye doğru ilerlerken, Maarratu'n-Nu'mân'da "Beşinci Raşid Halife" Ömer bin Abdülaziz'in mütevazı kabri, bizi derinden etkiledi. 717-720 arasında sadece üç yıl Emevî tahtında oturmasına rağmen, kıyamete kadar Müslüman sinelerde yer edecek derecede etkili bir şahsiyet Ömer bin Abdülaziz. Tıpkı büyük dedesi Hz. Ömer gibi.

Hama ve Humus'u dönüş güzergâhımıza bırakarak Şâm-ı Şerîf'e kadar indik. Her açıdan, İslâm coğrafyasının umman şehirlerinden birindeydik artık. Tamamına yakını birbirine yürüme mesafesinde bulunan şu zevata bakın ve derinliği anlayın: Salahaddîn Eyyûbî, Zâhir Baybars, Nûreddîn Zengî, Bilâl-i Habeşî, Hz. Hafsa, Muâviye bin Ebî Süfyân, Sultan Vahideddin, Hâfız İbn Kesîr, İbn Kayyim el-Cevziyye, İbn Teymiyye, Muhyiddîn İbn Arabî, Abdulkâdir Cezâyirî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî… Bunlara ilaveten sayısız muasır ve müessir şahsiyet… Şam'ın sinesi öylesine dolu ki, sadece kabirleri dolaşarak bile İslâm tarihini en başından günümüze okuya-bilirsiniz. Şimdi yollar giderek açıldığına göre, "kabir rotası" merkezli seyahatler için de tavsiyelerde bulunmuş olayım.

Şam'da kaldığımız günlerden birini güneye ayırdık. Nevâ'da İmam Nevevî'yi, Derâ'da 2011'de ayaklanmanın başlangıç noktasını teşkil eden Câmiu'l-Umerî'yi ve Cîze köyünde Hamza el-Hatîb'in kabrini ziyaret ettik. 13 yaşında Baas rejimi tarafından korkunç biçimde şehit edilen minik Hamza, öyküsüyle bize hem hüzün hem de azim verdi. Ziyaretimizin en güzel tarafı, Hamza'nın evinde annesi Semîra Hanım, amcaları ve kuzenleriyle tanışmak oldu. Hamza'nın duvardaki fotoğrafının altında doyumsuz bir sohbet yaptık. Bizi sanki yıllardır tanıyormuşçasına muhabbetle ve samimiyetle ağırladılar. Hamza'nın şehadeti ve sonrasında yaşananları ayrıntılı biçimde anlattılar. Ayrılırken "Hamza'yı evlatlarınıza anlatın. Onu unutmayın ve unutturmayın" dediler. Hamzacığı nasıl unutalım