Hamas'ı dışlamak

İlân edilen ateşkesin ardından İsrail'in Gazze'ye saldırılarını sürdürmesi, şu sorunun yüksek sesle sorulmasına yol açtı: "Hani, ateşkes nerde kaldı" İsrail'in sözünü tutmayacağı zaten belliydi oysa. Siyonist mantık tam da böyle bir şeydi. Sürekli kendisini haklı gören, muhatabına hayat hakkı tanımamaya odaklı, ajitasyonu ve duygu sömürüsünü temel yöntem olarak belirlemiş, kibirli ve üstenci… İsrail'in Gazze'deki muhatabı Hamas, bütün bunları hepimizden daha iyi biliyor elbette. On yıllardır Siyonistlerin kaypaklığına dair sayısız tecrübeler edindiler. Ancak Hamas bu ateşkesi yine de kabul ederek, barışı istemeyen tarafın İsrail olduğu gerçeğini dünyanın gözünün içine bir kez daha soktu.

Türkiye'nin de garantörleri arasında yer aldığı Gazze ateşkesinin imzalandığı salonda, iki önemli Arap ülkesi –Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri– liderler tarafından değil, onların temsilcisi olan bakanlar tarafından temsil edildi. Bu, liderlerin mesai yoğunluğu sebebiyle ortaya çıkmış bir tercih değildi hiç şüphesiz. Riyad ve Abu Dabi yönetimleri, en başından beri Hamas'a mesafeli –ve hatta hasmâne– tavırlarını ısrarla sürdürüyor. Hamas'a mensubiyeti, müzahereti veya muhabbeti "suç" telakki eden söz konusu yönetimler, vatandaşlarının İsrail mallarını boykot türünden kitlesel eylemlere katılmamaları için zecrî tedbirlere bile başvuruyor. Sadece sosyal medya hesabından boykot temalı paylaşımlar yaptığı için cezalandırılan insanlar mevcut.

Dolayısıyla, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri liderleri, Hamas'ın resmî biçimde muhatap alındığı ve müzakerenin parçası haline getirildiği uluslararası bir toplantıya şahsen katılmamayı seçerek, kendilerince durdukları ideolojik mevkii sabitlemiş oldular.

Hamas'ın böylesine hedefe oturtulmasına ve düşmanlaştırılmasına sebep olan nokta, temelde Filistin topraklarını işgal eden İsrail'e karşı yürüttüğü silahlı mücadele. Riyad ve Abu Dabi'nin statükoya oynaması, Mahmud Abbas'ı "Filistin'in tek meşru temsilcisi" olarak öne çıkarma çabaları ve Filistin siyaset sahnesini İsrail'le eşgüdüm içinde dizayn etme girişimleri de tamamen aynı duruşun uzantıları. İsrail'e karşı silahlı mücadelenin ulaştığı her başarı ve bunun Arap dünyasında meydana getirdiği / getireceği direniş hissiyatı, arzu edilen bir durum değil elbette. İsrail'in gayrimeşru varlığının hiçbir şekilde sorgulanmadığı, işgal altındaki kadim İslâm topraklarının Siyonistlerin insafına ve tasarrufuna terk edildiği, bu tabloya getirilecek itirazların da farklı yöntemlerle susturulduğu bir atmosfer… Körfez siyasetindeki hâkim hava bu.

Meseleye Hamas açısından bakıldığında ise, bilhassa şu iki hususun altını tekrar tekrar çizmek gerekiyor:

Hamas, Filistin'e hariçten monte edilen, kökü dışarıda, gayritabii ve sunî bir yapılanma değil. 1987'deki Birinci İntifada sırasında, tümüyle dönemin şartlarından neşet eden, Yâser Arafat liderliğindeki Filistin siyasetinin o zamana kadar doğurduğu hayal kırıklıklarını onarmaya aday, genç nesillere enerji aşılayan, kitleleri hızlıca harekete geçirebilen, kendi içinde gayet örgütlü ve eğitimli bir yapılanmadan söz ediyoruz. Bu nedenle, bugün Hamas'ın dışlandığı hiçbir çözüm önerisi, Filistin'in yaralarına merhem olmayacaktır. Hamas'ı dışarıda bırakarak ve şeytanlaştırarak varılacak herhangi bir menzil yoktur. ABD veya Avrupa bu yönde niyet beyanında bulunabilir, kendi cehaletleridir; ancak İslâm dünyasının güçlü ülkelerinin Hamas'ı dışlaması sadece ve sadece krizi derinleştirecektir.