Vaktiyle sıra sıra deve kervanlarının birkaç haftada ancak geçebildiği Kızılkum Çölü'nü otobüsle altı saatte kat ederek, Hîve'den Buhara'ya vasıl olduk. Klâsik dönemde "İslâm'ın Kubbesi" (Kubbetu'l-İslâm) adıyla anılan Buhara, bugün Özbekistan'ın Buhara vilayetinin merkezi ve 300 bine yaklaşan nüfusuyla ülkenin yedinci büyük şehri. Göz alabildiğince dümdüz ve geniş bir alana yayılan Buhara'yı eski zamanlardaki ihtişamıyla tasavvur edebilmek için epey tarih okuması yapmak gerekiyor, biraz da hayal gücüne sahip olmak. Birkaç yıl evvel, Buhara'ya ilk seyahatim sırasında, Özbek dostlarımız şehre ayak basma âdâbını dikkatle ve hürmetli bir üslupla açıklamıştı. Önce Nakşî erkânındaki "Altın Silsile" içinde birbiri ardına gelen Yedi Pirler sırayla ziyaret edilecek hepsine Fâtiha okunacaktı. Diğer mekânlara, onlardan sonra geçilecekti. Biz de öyle yapmıştık: Gucduvân'da Hâce Abdulhâlik Gucduvânî'nin (v. 1179) kabri ve etrafında zaman içinde oluşan külliyeyle başladık. Uluğ Bey'in de kabrin hemen yanı başında bir medrese inşa ettirdiği düşünüldüğünde, yüzyıllardır burasının manevî bir çekim merkezi olduğu anlaşılıyordu. İkinci durağımız Ârif Rivgerî'nin (v. 1237) mezarı oldu. Onun ardından sırasıyla Mahmud İncirfagnevî (v. 1315), Alî Râmîtenî (v. 1321), Muhammed Baba Semmâsî (v. 1336) ve Emir Külâl'in (v. 1370) makamlarına uğrayıp Hâce Muhammed Bahâuddîn Nakşibend'in (v. 1389) medfun bulunduğu Kasr-ı Ârifân'a ulaştık. Orada da -usul gereği- önce Hâce Muhammed Bahâuddîn'in annesi Ârife Hanım'ın kabrini ziyaret ettik, ardından külliyeye geçtik. Kasr-ı Ârifân, insanı yüzyıllar öncesine götüren çok etkileyici bir atmosfere sahipti. Buhara'ya sonraki seyahatlerimde, vakit ne kadar dar olursa olsun, Kasr-ı Ârifân'a mutlaka yolumu düşürdüm. Diğer kabir ve makamları da yine vakit ölçüsünce ziyaret etmeye çalıştım. Ve her seferinde, mekânların her anlamda imarına ne kadar büyük emeklerin sarf edildiğini bizzat gözlemledim. Özbekistan idaresi, bir devlet politikası halinde, elindeki bütün imkânları bunun için seferber etmişti. Her bir kabrin etrafı birer külliyeyle donatılmış, buralarda ahşap, çini ve tuğla işçiliğinin en seçkin örnekleri cömertçe sergilenmişti. Tasavvuf kültürüne dışarıdan bakanlar ve eleştirel yaklaşanlar, Özbekistan'ın her karışında gözlemlenen tasavvufî tezahürlere çeşitli şerhler düşebilirler. Ancak Orta Asya'nın kalbinde bugün hâlâ güçlü bir İslâmî nabız atıyorsa, bunda baş etken kesinlikle tasavvuf kültürüdür. O kültürün meydana getirdiği insan modeli ve ufku, yüzyıllar içinde Anadolu'yu da mayalamış, koskoca bir Osmanlı medeniyeti buradan doğmuştur. Dolayısıyla, tasavvufa eleştiriler getirirken, tarihte ve günümüzde mutasavvıfların toplumları
Doğu Türkistan Seyahatnamesi
02-08-2025 
Filistin'i tanımak
30-07-2025 
Kudüs-Kaşgar hattı
26-07-2025 
Fay hatları
23-07-2025 
İmam müsveddesi
19-07-2025 
Madalyonun öbür yüzü
20-07-2024 
Hakkı Turayliç'in hatırlattığı
06-04-2024 
Gazze-Pekin hattı
31-07-2024 
Ramazan takvimi-III
20-03-2024 
Hafıza dersi
13-07-2024 