Her medeniyet, kendi insan tipini vücuda getirir. Bu çerçevede İslâm'ın da bir insan tipi ve modeli vardır. Özellikle tarihte iz bırakmış ve sonrasında takip edilecek bir yol oluşturmuş Müslümanlara bakın, bazı ortak özelliklerinin bulunduğunu görürsünüz. Çalışkanlık, sabır, diğerkâmlık, idealizm gibi temel vasıfların yanında, gerektiğinde ilmin yanına cihadı, kalemin yanın kılıcı ve silahı koyabilen şahsiyetlerdir bunlar. İslâm insanı, kâmil ve mütekâmil, hadiselerin gidişatına göre güzergâhını çizebilen, her durumda ve şartta yolundan dönmeden mücadelesini sürdüren dayanıklı bir insan tipidir.
Yakın tarihimizde, İslâm coğrafyasının her yerinde böyle şahsiyetlere tesadüf etmek mümkün. Ama ben özellikle kriz bölgelerinden yükselen seslere daha çok odaklanıyorum. Çünkü onların ortaya koyduğu örneklik, çağları aşan birer sabır ve direniş destanı aynı zamanda. "Mesela kim" dense, aklıma gelecek ilk örneklerden biri Mehmet Emin Buğra (1901-1965).
Doğu Türkistan'ın Hoten şehrinde, kökleri Semerkand'da medfun meşhur mutasavvıf Hâce Ubeydullah Ahrâr'a (v. 1490) dayanan seçkin bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Mehmet Emin Buğra, babası küçük yaşta vefat ettiği için dayısının gözetiminde sağlam bir İslâmî eğitim aldı. Buğra, gençlik yıllarından itibaren, Çin'in tasallutu altındaki Doğu Türkistan'ın içinde bulunduğu ahvali bütün gerçekliğiyle fark etmişti. 1931'de çıktığı altı aylık bir yurt gezisi sırasında Doğu Türkistan'ın bütün şehirlerini ziyaret etti, halkın durumunu gözlemledi; Gulca'da âlim ve siyasetçi Sâbit Dâmolla (1883-19341) ile uzun istişareler yaptı. Buğra ve Dâmolla, Çin'e karşı fiilî bir mücadele yürütülmesi gerektiği noktasında mutabık kaldılar. Buğra'nın 1932'de kurduğu "Millî İnkılâp Teşkilâtı"nın öncülüğünde Karakaş ilçesinde başlayan ilk ayaklanmalar, kısa sürede Hoten'in tamamına yayıldı. Bir ay içinde (Nisan 1933) "Hoten İslâm Hükümeti" kuruldu.
Doğu Türkistan'dan temelli ayrılmak zorunda kalacağı 1949 yılına kadar oldukça yoğun bir hayat süren Mehmet Emin Buğra, bu süreçte 1934-1943 arasını Hindistan ve Afganistan'da sürgünde geçirdi. Onun Kâbil'deki ikameti sırasında tamamladığı "Şarkî Türkistan Tarihi" adlı eseri, bugün bile hâlâ aşılamamış bir şaheser ve ciddi bir başvuru kaynağıdır.
Hicretinin ardından 1951'de Ankara'ya yerleşen ve Adnan Menderes hükümetiyle yürüttüğü müzakereler neticesinde 1850 Doğu Türkistanlı mülteciyi de Türkiye'ye yerleştiren Mehmet Emin Buğra'nın artık dünya çapında yeni bir misyonu vardı: Delhi'den Kahire'ye, Lahor'dan Kudüs'e, Mekke'den Ravalpindi'ye, İslâm dünyasının farklı mahfillerinde Doğu Türkistan davasını diplomatik sahada temsil etmek. Bu süreç o kadar semereli olmuştur ki, bugün Arap dünyasının her yerinde Mehmet Emin Buğra'yı tanıyan, kendisinin mücadelesine tanıklık etmiş olan birilerini bulmak mümkündür.

6