Yafa; Akdeniz'in eşiğinde Kudüs'e açılan kapı, bugünün kimlik propaganda merkezi

Yafa… Filistin'in batı kıyısında, Akdeniz'in tuzlu rüzgârını yüzünüze taşıyan kadim bir liman şehri. Tarih boyunca adı Yunanca Joppa, Arapça Yafa, Latince Jaffa olarak değişmiş olsa da ruhu hep aynı kalmış: denizle, ticaretle ve kültürle yoğrulmuş bir şehir. 1950'lerden beri devam eden arkeolojik kazılarda bölgede Bronz çağından kalma bazı yapılar açığa çıkarılmış, ayrıca Pers, Helenistik ve eski Mısır kalıntılarına da rastlanmıştır. Yafa adı, milâttan önce 1470 yılında Firavun III. Thutmosis'in ele geçirdiği Filistin şehirleri listesinde "Y-pu" şeklinde kaydedilmiştir; Amarna levhalarında ve Asurlular'da Yapu ve Yappu, Tevrat'ta Yafi diye geçer. Bugün Tel Abib'in yanı başında kalsa da Yafa, kendine has kokusunu, taş sokaklarını ve çok katmanlı hafızasını hâlâ koruyor.

Bir şehirden fazlası

Yafa'yı gezerken insan yalnızca taş binaları değil, asırlardır buradan gelip geçen halkların bıraktığı izleri de görür. Fenikelilerden Romalılara, Osmanlı'dan İngiliz Mandasına kadar her güç, Yafa'nın stratejik limanına göz dikmiş. Çünkü burası, Kudüs'e açılan kapıydı. Kudüs'e gelen hacıların, tüccarların ve seyyahların ilk ayak bastığı yer

Yafa limanıydı. Bu nedenle Yafa, yalnızca bir şehir değil; tarih boyunca önemli ve ticari yolların kavşak noktasıydı.

Osmanlının İdari binası 19. Yüzyıl sonlarında inşa edilmiş. Bugün ziyarete kapalı durumda. Yanında Hükümet konağı bulunmakta.

Saat Kulesi Sultan 2. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. Yılı anısına yaptırılmıştır.

Tarihi ve kültürel doku

Bugün dar sokaklarında yürürken, taş evlerin arasında dolaşırken geçmişi adeta fısıltılarla duyarsınız. Osmanlı döneminden kalma saat kulesi, hâlâ şehrin merkezinde dimdik ayakta. Eski hanlar, limana inen yokuşlarda birer hatıra gibi karşınıza çıkar.

Yafa'nın camileri, kiliseleri ve sinagogları, buradaki çok kültürlü geçmişi hatırlatır.

Özellikle Mahmudiyye Camii, şehrin kalbinde duran en büyük Osmanlı eserlerinden biri olarak hâlâ cemaatine sesleniyor.

Osmanlı izinde yafa

Yafa, Osmanlı hâkimiyetine 1517 yılında Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında geçti. O tarihten itibaren Osmanlı Devleti'nin bir parçası oldu ve 1917'de İngilizlerin işgaline kadar yaklaşık 400 yıldan fazla Osmanlı yönetimindeydi.

Osmanlı'nın Yafa'daki çalışmaları, şehri hem idari hem de ticari hem de dini-kültürel bakımdan geliştirmeyi hedeflemişti. Yafa, Kudüs'e gidenlerin uğrak noktası olduğu için Osmanlı açısından stratejik ve manevi değeri yüksek bir yerdi. Bu nedenle imar, ulaşım, güvenlik ve sosyal hizmetler alanında ciddi adımlar atıldı. Özellikle Sultan Abdülhamid

Han'ın Yafa ve Filistin Nezdinde çok kıymetli eserleri bugün hala kendini göstermeye devam ediyor.

Yafa şehrinde bulunan Osmanlı eserleri

Mahmudiyye Camii (18. yüzyıl): Osmanlı Valisi Cezzar Ahmet Paşa tarafından yaptırıldı. Yafa'nın en büyük camisi olup, şehrin İslamî kimliğini gözler önüne sermeye devam ediyor..

Hamamlar ve hanlar: Limana gelen tüccarların konaklaması için hanlar, halkın günlük ihtiyacı için hamamlar inşa edildi. Bu yapılar, Osmanlı şehir kültürünün Yafa'daki canlı örnekleriydi.

Saat Kulesi (1903): II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yılı anısına yapılan kule, şehrin en dikkat çekici simgelerinden biri oldu. Bu kule sadece Yafa'da değil, imparatorluğun pek çok şehrinde yapılan saat kuleleri zincirinin bir parçasıydı.

Coğrafi önem

Yafa'nın kıyısında oturup ufka baktığınızda, neden tarih boyunca bu kadar kıymetli olduğunu anlarsınız. Doğudan batıya açılan bir pencere gibidir. Batılı seyyahların

"Kudüs'e gidenlerin ilk durağı" dediği bu şehir, aynı zamanda Doğu Akdeniz'deki en eski liman kentlerinden biridir. Bu liman, yüzyıllarca hem zenginlik hem de işgal getirmiştir. Ama her seferinde Yafa, denizle olan bağından aldığı güçle yeniden ayağa kalkmıştır.

18. yy.'da inşaa edilmiş Filistinlilerin Arus Ul Bahr olarak simge haline gelen (Deniz Gelini) mukaddes Osmanlı eseri El Bahr Camii

Yafa, Osmanlı döneminden bugüne taşıdığı eserlerle hâlâ yaşayan bir tarihî hafıza mekânı olsa da sosyo kültürel dinamikler malesef değişime başlamış durumda.

Filistinliler için: Kimlik, aidiyet, direniş ve köklerine bağlılık sembolü. İşgalci İsrail için: Modernleşme ile turistik cazibe merkezi.

Sosyolojik olarak: Çatışma, soylulaştırma ve kültürel gerilimlerin kesişim noktası.

Yafa bugün iki yüzlü bir kültürel alan:

Bir yanda Filistinlilerin kendi kimliklerini yaşatmaya çalıştığı camiler, dernekler, Arapça edebiyat ve mutfak kültürü.

Diğer yanda ise İsrail'in Yafa'yı "Akdeniz'in modern turistik cazibe merkezi" olarak pazarladığı sanat galerileri, kafe ve modern projeler.

Osmanlı'dan kalan yapılar da bu kültürel çatışmanın ortasında: Müslümanlar için tarihî bir kimlik ve aidiyet sembolü, turistler için ise "eski taş binalar"dan ibaret gösteriliyor.

Özellikle Hasan Bey Camii ve Mahmudiye Camii, bugün hâlâ Arap Müslüman topluluğunun kültürel direnç noktaları.Bugün Yafa, Tel Aviv'in bir parçası. Tel Aviv ise Orta Doğu'da "eşcinsellerin başkenti" olarak anılıyor; özellikle "Pride Parade" etkinlikleri, LGBTİ+ turizmi ve gece hayatıyla küresel bir merkez haline getirildi.

Bu dönüşüm, Yafa'yı da dolaylı etkiliyor. Yafa, Tel Aviv'in kültürel ve turistik haritasına dahil olduğu için bu etkinliklerin yan etkilerini taşıyor.

Ancak Yafa'nın Arap/Müslüman nüfusu açısından bu durum bir çatışma yaratıyor.

Çünkü:

Filistinli Müslüman topluluk daha muhafazakâr.

Osmanlı'dan devralınan camiler, mahalle yapısı ve aile bağları içinde eşcinsellik kabul görmüyor.

Bu nedenle Yafa, İşgal altında bulunan Tel Aviv'in "özgürlük" imajına eklemlense de kendi içinde gerilimli bir sosyolojik alan haline geliyor.