Sabiha Gökçen Havalimanı'na sakın arabanızla gitmeyin!

Dünyanın neresinde otoparkını kullanamadığımız için uçak kaçırdığımız bir havalimanı olabilir Tabii ki İstanbul'da! Şimdi izninizle başıma geleni anlatayım... Cuma sabahı 08.25'te Antalya uçuşum var; öğlen saatlerinde turizm ve gastronomi konferansı F Summit'te bir oturum sunacağım. Antalya uçakları full, dolayısıyla mecbur kaldım Sabiha Gökçen'den uçacağım. Yağmurlu, epey trafikli bir sabah Tarabya'daki evimden arabamla çıktım. Boarding'den epey önce de alana vardım ama otoparka girmek namümkün. Zira görevliler kapıda, "Yer yok, otopark dolu, devam edin" diye herkesi kış kışlıyor. Kafamı uzatıp, "Nereye park edebilirim" dedim, "Yukarıda vale var" dedi. "Peki" dedim, o havalimanı trafiğinde bir tur daha atıp, giden yolcu katındaki vale kulübesinin önüne geldim. Onlar da "Alamıyoruz, otopark dolu" demesin mi "Peki ne yapalım" dedim. "Havalimanı dışında başka otoparklar var" dediler. "Oradan nasıl geleceğiz" dedim, "Servis var" dedi biri. Havalimanına girerken yaşadığım trafiği düşündüm, çıkarsam asla yetişemem uçağa. İlerlerken, yolun kenarına park eden araçlar gördüm. Halihazırda park etmeye çalışan birine sordum: "Buraya park ediliyor mu" "Hayır çeksinler diye bırakıyorum!" dedi. Dalga mı geçiyor diye anlamaya çalışırken, o devam etti: "Çekici gelip çeksin diye bırakıyorum, yoksa uçağı kaçıracağım. Sonra götürdükleri yerden alırım aracı, başka çarem yok!" Olaya bakın; insanlar öyle çaresiz ki, bile bile araçlarını sağa sola bırakıyor, polis çeksin diye. Dünya markası bir havalimanı! Baktım, 7-8 araç arka arkaya park etmiş; ben de öyle yapayım dedim çünkü boarding'e 20 dakika kalmıştı artık. Tam araçların önüne hizalanırken polis geldi, "Çıkın, park etmeyin" dedi, diğer araçların da plakalarını almaya başladı bir bir. Özetle aracımla öylece ortada kaldım, iyi mi!! Dışarıdaki otoparka yönelirken, milim milim ilerleyen trafikte başaramayacağımı anladım. Organizasyon ekibine gelemeyeceğimi bildirip yola devam ettim. Dönüşte köprü trafiği de başlayınca, nerdeyse 5 saatlik bir macera yaşamış oldum. Sabahın köründe nasıl bir eziyet ancak yaşayan bilir! Olayı anlattığım herkes 'Sabiha Gökçen'e arabayla gidilmez bilmiyor musun' deyip durdu. Hayır bilmiyorum! Taksi bulamadığımız bir şehirde, Tarabya'dan Sabiha Gökçen'e başka nasıl gidilir söyleyin bana. Fahiş otopark ücretlerini, vale ücretlerini, çekici parasını falan her şeyi göze alıyorsun ama yine de o uçağa binemiyorsun! Orada yaşanan o kaosun, insanların perişanlığının tek bir adı var; rezillik! O da bizde bol nasılsa, o yüzden kimsenin umrunda değil.

strong class"read-more-detail"Haberin Devamı

ADAM GİBİ ADAM EDA!

strong class"read-more-detail"Haberin Devamı

Bir 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü daha geride bıraktık. Markaların kadınlar günü mesajları, çekilen reklam filmleri, projeler, kampanyalar, farkındalık çalışmaları çok güzel de... Bunları hayatın içine yaymayınca, içselleştirmeyince pek bir anlamı olmuyor. Bakın 8 Mart'ın en iyi, en yerinde işi voleybolcu Eda Erdem'in heykelinin dikilmesiydi bana göre. Filenin Sultanları'nın kaptanı olarak sonuna kadar hak ediyor bunu. Ama gelin görün ki o törende bile Eda için "Kaptan gibi kaptan, adam gibi adam" cümleleri kullanıldı. Söyleyen kişi, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Akif Üstündağ olduğu için çok tepki çekmedi çünkü Başkan voleybolcu kızların başarısında çok payı olan, onlara her daim sahip çıkan biri. Başkan Ali Koç ve Eda Erdem'in o sırada gülüşmesi de bu yüzdendi. Ama asıl mesele de bu zaten... Kadın voleybolunun başındaki isim dahi böyle konuşabiliyorsa, ağzından istemsizce böyle şeyler çıkıyorsa, sokaktaki adama nasıl kızalım! Demem o ki, kafalar değişmedikçe dil de değişmeyecek.