Operanın en büyük divası sayılan Maria Callas'ın son dönem hayatını anlatan 'Maria' filmi nihayet vizyona girdi. Nihayet diyorum çünkü Haluk Bilginer faktörü bu filmi Türkiye için çok daha anlamlımerak edilesi hale getirmişti.
Angelina Jolie ve Haluk Bilginer ismi yan yana; az şey mi! Bence kaçırılmazdı. O yüzden koşa koşa gidip izledim hafta sonu. Ama bu detay izleyicide pek karşılık bulmamış belli ki.. Zira, gösterime girdiği hafta sonunda 'Maria'yı Türkiye'de sadece 38 bin 162 kişi izledi. Gösterime girdiği 41 ülkede de izleyicilerden yeterince ilgi görmedi. Filmi ana dallarda aday listesine almayan Oscar jürisinin bir bildiği varmış demek! Belki de, dünyanın en ünlü opera sanatçısının izleyicide bir karşılığı yok. Artık o kısmı bilemiyorum, uzmanlar buyursun tartışsın kendi arasında. Filme gelirsek, yönetmen Pablo Larrain imzalı 'Maria' oldukça melankolik. Bir zamanlar salonları dolduran Callas'ın sesini kaybettiği, ilaçlara bağımlı olduğu, Paris'teki evinde iki uşağıyla yapayalnız yaşadığı günler... Callas'ın halüsinasyonları ve eski günleri düşünmesiyle birlikte biz de o günlere gidiyoruz ara ara. Alkışları, ilgiyi, anılarda kalan o şaşaalı hayatını özlüyor 'Maria'. En çok da büyük aşkı Aristotle Onassis'i! Ben bu aşkın detaylarını bilmiyordum; filmi izlerken gördüğümse şu oldu: Güçlü ve narsist bir adamın elinde mahvolan bir kadın daha! Uğruna şarkı söylemeyi bile bıraktığı adamın aşkıyla yorulan, tükenen bir diva. Pek çok yıldızın hayatında olduğu gibi. Anne travmaları desen o da var. Zor bir hayat yaşamış. İlmek ilmek inşa ettiği kariyerini, operayı uğruna bıraktığı adam ise onu terk edip Jacqueline Kennedy ile evleniyor. 'Maria' da bunu gazetelerden öğreniyor. Düşünsenize, ne büyük acı. Bir gazetecinin eve gelip onunla röportaj yaptığını hayal ederken "Seninle neden evlenmedi" sorusuna şöyle cevap veriyor: "Çünkü beni yönetemeyeceğini biliyordu..." Bu gerçek miydi yoksa halüsinasyon esnasında konuştuğu gazeteciye söylediği bu şeye mi inanmıştı bilmiyorum ama sonuçta denklem hep aynı. Bir adam giriyor hayatınıza ve sizi siz olmaktan çıkarıyor! Bu noktada Haluk Bilginer'in muhteşem oyunculuğu ve mükemmel İngilizcesi ile filmde resmen şov yaptığını söylemem gerek. Büyük bir gurur ve keyif onu izlemek. Angelina Jolie'yi sollamış bile diyebilirim, öyle bir seyir zevki. Özetle; ağır akan ve hüzünlü bir kadın hikayesi 'Maria'. Ama ben sevdim, etkilendim bu hikayeden. Hem opera, hem film; ikisi bir arada ama daha da önemlisi verdiği hayat dersi.
Haberin DevamıHaberin Devamı'Sosyal çürümeye katkı' ödülü mü versek acaba
Günlerdir herkes Icardi'nin belalısı Wanda Nara'yı konuşuyor. Konuşulmayacak gibi de değil... Önce bir futbolcu eşi olduğu için, sonra da o futbolcu eşi aldattığı için ve bunu sosyal medyada herkesin gözünün önünde yaptığı için meşhur olan bu kadın, Türkiye'de 'Yılın Kadını' seçildi! Şaka dersin ama değil. Çürümüşlüğün arşa çıktığı bu güzide ulkemizde; yediği naneler yüzünden çok konuşuldu diye bir kadın 'yılın kadını' seçildi maalesef. Neden diye sormuyoruz çünkü mesele belli: "O çok konuşuldu, bizi de konuşsun herkes" demiş birileri. Madem bu kadar önemli, onları da konuşalım elbette. 17. Best of Europe Awards töreninde verilmiş bu ödül. Töreni organize eden de Tuğçe Sarıkaya isimli biri. Soranlara, bu seçimin yapay zeka yardımıyla yapıldığını söylemiş. Kendisini alkışlıyorum ve tebrik ediyorum... Türkiye'de başarılı, çalışan, üreten, kendi ayakları üzerinde durmayı başaran, zorlanan ama pes etmeyen, yaptıklarıyla örnek gösterilmeyi hak eden onca kadın dururken böyle bir kadını yılın kadını seçtikleri için. Gerçekten tebrikler! Sizi de 'sosyal çürümeye yaptığınız önemli katkılar için' mi yılın kadını seçsek acaba Hatırlayın... Geçtiğimiz yıllarda 'Yılın Annesi' ödülü verilen Yeşim Salkım sahneye çıkıp bu ödülü reddetmiş ve ödülünü bir şehit annesine takdim etmişti... Ne şahane hareketti ama! 'Ne hayatlar, ne kadınlar var bu ülkede' diyerek ödül vermek bu kadar mı zor ya