Tarih, futbol ve gurur!

Dün gece İsviçre'de sahaya çıkan Beşiktaş, herhalde hocamızın rüyasında gördüğü 3-5-2 dizilişiyle oyuna başladı! Yeni transferimiz Jurasek, sol bek diye alınmıştı ama sağ bekte görev yaptı; Tek kelimeyle yine berbattı! Tabii bu diziliş savunmayı allak bullak etti. Özellikle Emirhan da çok zorlandı. Ev sahibi ekip baskı kurdu, Beşiktaş savunmada maçın büyük bölümünde savunmada kaldı. Mütevazi bütçeli rakibi karşısında temkinli oynamak belki mantıklıydı ama kanatlar yine çalışmayınca Abraham yine yalnızları oynadı. Tam "ilk yarı böyle bitsin" derken Rashica'nın golü geldi; adeta ilaç gibi, hem moralleri yükseltti hem de oyunun ritmini değiştirdi. Yeni transfer Ndidi, sahada bir sigorta gibiydi. Yılın en iyi transferi olacağının sinyallerini verdi; ikinci Atiba gibiydi; merkezi domine etti. İlk yarıda tutuk olan Orkun ve Joao Mario ikinci yarıda oyuna ağırlıklarını koyunca Beşiktaş oyunda dengeyi sağladı.
Mert'in yokluğunda kaleyi koruyan Ersin, güven veren kurtarışlarıyla adeta yeniden doğduğunu gösterdi. Beşiktaş tam kazandı derken; siyah-beyazlı takımın bir türlü çare bulamadığı saçma sapan yan top golü keyifleri kaçırdı. Gerçek olan bir şey var ki; Beşiktaş'ın sezon başından beri maçlarında kaotik anlar dikkat çekiyor. Taraftarlar bu sürecin bir an önce bitmesini umut ediyor. İsviçre deplasmanında taraftar harikaydı. Özellikle özenle hazırlandığı her halından belli olan pankartlara bayıldım. Ve en önemlisi: Beşiktaş'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin tanınmasını sağlayan Lozan'da sahaya çıkması sonuçtan bağımsız tarihî bir gururdu. Futbolun büyüsü ve tarihin ağırlığı bir araya geldi, dün akşam bunu hissettim. İyi varsın Beşiktaş, iyi ki varsın Türkiye Cumhuriyeti.