Güllü, hayattayken müzik listelerinde pek yer bulamasa da, ölümünden sonra ülkenin bir numaralı gündemi haline geldi. Bu durum, Türkiye'de ünlülükle ölüm arasındaki o tuhaf, bazen acımasız, bazen duygusal ilişkiyi bir kez daha gözler önüne serdi. Günlerdir sosyal medyada herkes Güllü'yü konuşuyor. Oysa o yaşarken kimse ne yaptığına, nerede sahne aldığına, ne hissettiğine dönüp bakmıyordu. Şimdi herkes onun en parlak yıllarındaki fotoğraflarını paylaşıyor, "Ah be kadın" diyerek nostaljiye boğuluyor.
Türkiye'de ölüm, ünlülüğü yeniden üretmenin en etkili yolu haline geldi. İnsanlar, bir yıldızın sönüşünü izlerken içten içe kendi gençliğine, kendi hatıralarına dokunuyor. Güllü'nün hikâyesi de tam olarak bunu tetikledi. O, 90'ların o çılgın müzik dünyasında arabeski, fanteziyi, sahne ışıklarını, duygusallığı aynı potada eriten bir kadındı. Kendine özgü bir sesi, sahneye ait bir enerjisi vardı. Ne var ki yıllar geçtikçe o sahneler küçüldü, ışıklar azaldı. Medya, başka yüzlere dönmüştü artık. Ama Güllü, o eski kuşağın kalbinde hep bir yerde kaldı. Bu yüzden ölüm haberi geldiğinde insanlar sadece bir sanatçıyı değil, kendi geçmişlerini de kaybetmiş gibi hissetti.
Bir diğer mesele de şu, Türkiye'de toplumsal hafıza unutur ama duygusal hafıza asla silinmez. Güllü'nün adını belki son on yılda kimse haberleştirmedi, ama o ses, o sahne kostümleri, o güçlü kadın hali bilinçaltımıza kazınmıştı. Sosyal medya bu hafızayı yeniden canlandırdı. Bir anda

3