Muazzez Abacı'nın ardından sessizlik hâlâ kulaklarımda duruyor. Çünkü bu ülkede bazı sesler vardır; onlar sustuğunda şehrin uğultusu bile biraz eksilir. Ama ne tuhaf, onun vedası bile hak ettiği kadar konuşulmadı. Ne ekranlar geniş geniş yer açtı ne de manşetler onun yıllara meydan okuyan sesinin hakkını verdi. Sanki herkes, yıllardır fıonda çalan o büyük yorumcuyu duymaya öyle alışmıştı ki yokluğuna bile şaşırmadı.
Oysa Muazzez Abacı, bu ülkenin müzik hafızasında özel bir yeri olan ender isimlerden biriydi. Sadece güçlü sesiyle değil, sahnedeki duruşuyla, insanın içini titreten o ağırbaşlılığıyla, bir şarkıyı anlatırken aslında bir hayatı da özetleyişiyle... Onu sahnede izleyen herkes bilir; bir eseri söylerken kelimeleri tartarak, duyguyu süzerek, dinleyeni yormadan ama kendini saklamadan teslim ederdi. Belki de bu yüzden hiçbir zaman dönemlerin modasına uymaya çalışmadı. Zamana göre şekil almadı, zamanın kendisi olmayı seçti.
Bu ülkede pek çok şey değişti. Şarkıların süresi kısaldı, sözlerin ağırlığı azaldı, sahnenin ışığı çoğaldı ama ruhu hafifledi. Abacı ise bunların hiçbirine teslim olmadı. Onu sevmek aynı zamanda bir geleneği sevmekti; meyhane masalarının, eski plakların, ağır romanların, yavaş akan gece saatlerinin eşlikçisiydi. Dinleyicisine bir şarkı değil, bir atmosfer verirdi. Bugün geriye dönüp baktığımızda belki de en çok bu atmosferin eksikliğini hissediyoruz.
Ardından sessiz kalınması biraz da bunun göstergesi. Çünkü bugünün dünyası hızlı tüketilen yıldızlara daha alışık. Oysa Abacı'nın yıldızlığı tüketilen değil, yaşanan cinstendi. Işığı sahnede değil, şarkının içinde parlıyordu. Bu yüzden de geniş kalabalıkların değil, derin kalplerin sanatçısıydı.

4