Türkiye'de Opera ve Vals

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." (M. Kemal Atatürk)

Cumhuriyetimizin 102. yıl dönümünü ulusça çok büyük bir coşkuyla kutladık. Köylerden kentlere taşan Cumhuriyet coşkusu Cumhuriyetimize yaraşır çeşitli etkinliklerle renklendi. Bu etkinlikler arasında bazı dans gösterileri de vardı. Cumhuriyet Bayramında dans eden, vals yapan gençler, birilerini çok rahatsız etti. Aynı çevreler, sadece danstan değil, müzikten, resimden, heykelden ve tiyatrodan; kısacası güzel sanatlardan rahatsızlar. Geçmişte sergileri basan, sanatın içine tüküren, heykeli "put" olarak gören de aynı çevreler...

Ne zaman resim, heykel, çok sesli müzik, tiyatro oyunu, dans gösterisi görseler, "Ama kültürümüzde yok! Ama dinimize aykırı!", "Bunlar bize kimliğimizi, kişiliğimizi kaybettiriyor!" diyerek sanata karşı çıkanlara şu gerçeği hatırlatarak başlamak istiyorum: İnsanın resim ve heykel yapması, çok sesli müzik dinlemesi, tiyatro seyretmesi, dans etmesi insanın sanat yapması, sanattan zevk alması, insana kimliğini, kişiliğini unutturmaz da insanın "sanatsız kalması" insana insanlığını unutturabilir.

Opera, çok sesli müzik, dans, resim, heykel, tiyatro, kısacası sanat, insanın insanlaşmasında çok büyük etkiye sahiptir. İnsan; ürettikleriyle, duygu ve düşüncelerini sesle, sözle hareketle, çizgiyle, renkle, heykelle yansıtabilmesiyle, yani sanatla insanlaşır. Binlerce yıllık uygarlığın temelinde de "sanat" vardır. Sanat özünde evrenseldir.

Biz Türkler de bağnaz ve sanat düşmanı bir ulus değiliz. Türkler, tarih boyu sanatla ilgilenmiş, çeşitli sanat yapıtları üretmiştir. Türk sanatçılar bugün de üretmeye devam etmektedir.

Osmanlı'da operanın tanınması Osmanlı sarayı ve bazı Osmanlı padişahları sayesinde oldu. Tanzimat dönemi reformları sonucu yaşanan değişimin etkisiyle Türkiye'de Avrupa tarzı tiyatro ve opera eserleri sergilenmeye başlandı.

Osmanlı'da sarayda ilk müzikli oyun, Padişah III. Murad döneminde (1574-1595) sergilendi. Osmanlı padişahları 18. yüzyılda operayla daha çok ilgilenmeye başladılar. Padişah III. Selim (1761-1808), Topkapı Sarayı'nda 1797 yılında yabancı bir topluluğun opera gösterisini izledi.

Tanzimat'tan sonra İstanbul'da yapılan tiyatro binalarında İtalyan opera toplulukları tarafından çeşitli temsiller verildi. II. Mahmut da İstanbul'da açılan özel tiyatroları destekledi. Giuesppe Donizetti 1828 yılından itibaren Sultan II. Mahmud'un (1808-1839 ) sarayında Osmanlı Müziği Genel Öğretmeni olarak görev yaptı. Batı müziğinin Osmanlı'ya tanıtılmasında önemli bir rol oynadı. Osmanlı saray üyelerine, şehzadelere, harem kadınlarına müzik dersleri verdi. Ölümünden sonra yerine Guatelli Paşa geçti.

Osmanlı'da önceleri Fransız sanatçılar yoğunluktayken, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla İtalyan operacılar öne çıktı. Gayrimüslim teşebbüslerle İstanbul'da opera etkinliği devam etti. Örneğin, ünlü Naum Tiyatrosu'nda 29 Aralık 1844 tarihinde Gaetano Donizetti'nin "Lucrezia Borgia" adlı yapıtı sergilendi. Büyük İtalyan bestecisi Giuseppe Verdi'nin (1813–1901) "Ernani" operası da 1846 yılında Beyoğlu'nda bir İtalyan opera grubu tarafından oynandı. Bu dönemde Beyoğlu tiyatrolarında, İtalyan topluluklarının sergiledikleri operalar büyük bir izleyici kitlesine ulaştı. Bu arada İstanbul'da çeşitli opera kumpanyaları kuruldu. Bunlar içinde Dikran uhacıyan'ın, Güllü Agop'un, Küçük İsmail ile Mınakyan'ın kumpanyaları öne çıkanlardı.

Dikran uhacıyan'ın bestelediği ve Alexandre Alboretto tarafından sahnelediği ilk Türkçe opera "Arif'in Hilesi" 1872 yılında "Osmanlı Tiyatrosu"nda sergilendi.

Padişahlar arasında operayla en çok ilgilenen 2. Abdülhamit'ti. Abdülhamit, Yıldız Sarayı'nda İtalyan opera kumpanyalarını ağırladı, opera için memurlar görevlendirdi.

CUMHURİYET VE OPERA

1924 yılında Ankara'da Musiki Muallim Mektebi kuruldu. İlkokul üzerine dört yıllık ve iki yıllık iki devreden oluşan bir öğretim programına sahip bir okul olarak eğitime başladı. Türkiye'de müzik, opera, bale, tiyatro dallarında ihtiyaç duyulan sanatçıların yetiştirilmesine başlandı. Bu okul 1934 yılında kurulan Milli Musiki ve Temsil Akadamisi'ne bağlandı. Okul, 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı'na dönüştürüldü.

Konservatuvarın şan ve bale ve müzik bölümlerinden opera, bale ve orkestra sanatçıları yetişmeye başladı. Konservatuvar sanatçıları yetişinceye kadar, Ankara'da temsillerde Müzik Öğretmen Okulu, Gazi Eğitim Enstitüsü, Kız Lisesi, İsmet Paşa Kız Enstitüsü öğretmen ve öğrencilerinden ve Riyaseticumhur Flarmoni Orkestrası'ndan yararlanıldı. Böylece Türkiye'de tiyatro, opera, bale sanatlarının alt yapısı oluşturulurken yeni oyun ve operalar yazıldı, besteler yapıldı.

Konservatuvarın ilk mezunlarını 1941-1942 döneminde vermesiyle Ankara'da Tatbikat Sahnesi'nde ilk opera temsilleri verilmeye başlandı. 1949 yılında tiyatro, opera ve bale sanatlarını bünyesinde toplayan Ankara Devlet Tiyatroları kuruldu. 1970 yılında da Devlet Opera ve Balesi kuruldu.

ATATÜRK VE OPERA

Atatürk, operaya çok önem veriyordu. Türkçe opera eserleri yazılmasını ve sahnelenmesini istiyordu. Bu amaçla, bazı oyunların konularını bizzat kendisi verdi, bu oyunların metinlerini bir dramaturg gibi inceleyip düzeltmekle kalmadı, ilk temsillerinde de hazır bulundu. Atatürk, Faruk Nafiz amlıbel'e "Akın-Öz-yurt-Kahraman" üçlemesini yazdırdı. "Akın" oyununun yazılışını denetledi, sonunu değiştirdi. Behçet Kemal'in "oban" oyununun temsilinden sonra "Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır," dedi. Münir Hayri Egeli'nin 1932 yılında yazdığı "Bay Önder", "Bir Ülkü Yolu" ve "Taş Bebek" oyunlarının metinlerini de bir dramaturg gibi inceledi, üzerinde önemli düzeltmeler yaptı. Atatürk, Abdülhak Hamit Tarhan'ın "Hakan" (1935) oyununu da okuyarak bazı satırların altını çizdi. Bu oyunlardan "Bay Önder"i, Necil Kâzım Akses'e, "Taş Bebek"i Ahmet Adnan Saygun'a vererek opera olarak bestelemelerini istedi.

Atatürk, ayrıca "Özsoy" operasının librettosu İçin Münir Hayri Egeli'yi görevlendirdi ve operanın konusunu bizzat kendisi belirledi. Türk ve İran mitolojilerini esas alan, Türk-İran dostluğunu, kardeşliğini vurgulayan "Özsoy" operası, Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelendi ve İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Ankara'yı ziyareti sırasında Haziran 1934 tarihinde Ankara Halkevi'nde sahnelendi.

OSMANLI'DA VALS

Vals mi Vals 16. yy ortalarında Fransa'nın Provence bölgesinde ortaya çıkan ve "Valto" olarak adlandırılan folklorik bir danstır. Vals, Johann Strauss'un müziğiyle Viyana'da ve 1812 yılından itibaren de İngiltere'de geniş kitlelere ulaştı. Özellikle Johann Strauss'un meşhur "Mavi Tuna" adlı eseri çok sevildi.

Türkiye'de ilk defa 19. yüzyılda Dede Efendi, vals formunda "Yine Bir Gülnihal" isimli eseri besteledi. Keman virtüözü Cihat Aşkın'a göre "Türk müziğindeki ilk vals örneği" bu eserdir.

Vals, Osmanlı padişahlarının da dikkatini çekti. Sultan Abdülaziz (1861-1876) İtalyan müzisyen Callisto Guatelli Paşa'dan dersler aldı. Aynı zamanda piyano çalmayı da bilen Abdülaziz, besteler yapmaya başladı. Guatelli'den aldığı müzik eğitimi sayesinde Batı müziği çerçevesinde "Invitation a la Valse", "La Gondolle Barcarolle", "La Harpe Caprice" ve "Polka" adlı dört eseri besteledi. Sultan Abdülaziz'in "Valse Davet" (L'invitation a la valse) adlı bestesi günümüze kadar ulaştı. Kraliçe Viktorya'nın davetlisi olarak 1867'de Londra'yı ziyareti sırasında Kraliyet Askeri Bandosu tarafından çalınan "La Gondolle Barcarolle" adlı eseri de Avrupa basınında büyük ses getirdi.

Abdülaziz, İngiltere seyahati sırasında birçok sanatsal faaliyete katıldı. İlk olarak 13 Temmuz'da Sultan onuruna Buckingham Sarayı'nda bir Kraliyet Balosu düzenlendi. 15 Temmuz'da da Covent Garden Tiyatrosunda Kraliyet İtalyan Operası'nın hazırladığı temsile katıldı. Şerefine bestelenen "Ode"nin ardından Auber'in