Samuel Huntington, "Medeniyetler atışması" adlı kitabında Türkiye'nin yönünü Batı'dan Doğu'ya çevirerek İslam dünyasının lideri olmasını öneriyor, bunun için de "Atatürk'ün (laik Cumhuriyet) mirasının reddedilmesi" gerektiğini belirtiyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel kurucu metinlerinden Lozan Antlaşması'nı eleştiren, Türkiye'ye "Osmanlı millet sistemine geçmesini" öneren ve "Osmanlı'nın din eksenli millet sistemine dönüş için Türkiye'nin ulus devlet olmaktan çıkarılması gerekir," diyen ABD'nin Ankara Büyükelçisi Thomas Joseph Barrack, şimdi de "Ulus devletlerin 1919'dan beri ABD'yi engellediğini" belirterek, "Ortadoğu'da en iyi işleyen yönetim modelinin 'hayırsever monarşi' olduğunu" iddia etti.
VİLSON'UN HAYALLERİNDEN BARRACK'IN KARIN AĞRISINA"Ulus devletler 1919'dan beri bizi engelliyor," diyen ABD Büyükelçisi Barrack aslında haklı! Evet, 1919'da Atatürk'ün önderliğinde örgütlenmeye başlanan ulusal direniş ve kazanılan Türk Bağımsızlık Savaşı, ardından imzalanan Lozan Barış Antlaşması ve sonrasında kurulan tam bağımsız, üniter, laik Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulus Devleti, genelde emperyalizmin, özelde de ABD emperyalizminin bölgedeki bazı planlarını engelledi. Oysa dönemin ABD Başkanı W. Vilson'un ne büyük hayalleri vardı!(1) 15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgal planlarının içinde yer almış, Türkiye'yi paramparça eden Sevr Antlaşması'nın hazırlık sürecinde bulunmuş, hatta Sevr Antlaşması'na göre Doğu Anadolu'da kurulması planlanan "Ermenistan Devleti"nin sınırlarını bizzat çizmişti. Sevr'e göre Anadolu'da kurulması planlanan Ermenistan'ın hemen güneyinde aşamalı olarak bir "Kürdistan Devleti" kurulacaktı. İzmir ve Ege'nin önemli bir bölümü ile Doğu Trakya Yunanistan'a bırakılacak; İstanbul ve Boğazlar, içinde ABD'nin de olduğu bir Uluslararası Boğazlar Komisyonu'nun yönetimine ve denetimine bırakılacaktı. İşte 1919 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün örgütlemeye başladığı ulusal direniş ve işgalci emperyalizme karşı kazanılan Türk Bağımsızlık Savaşı ve ardından imzalanan Lozan Antlaşması (Lozan'da kapitülasyonların kaldırılması, Doğu Trakya'dan Anadolu'ya tam bağımsız, üniter ve laik yeni Türk devletinin temellendirilmesi) bu emperyalist planı yerle bir etti.
Atatürk'ün kurduğu üniter, laik Türkiye Cumhuriyeti'nden, Türk Ulus Devleti'nden rahatsız olan ve Türkiye'ye "Osmanlı'nın din eksenli millet sistemine geçmeyi" öneren sadece ABD'nin Ankara Büyükelçisi Barrack değildir; ondan önce, 1990'ların sonunda üniter ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı "Yeni Türkiye" adı altında "Yeni Osmanlıcılığı" savunan başka Amerikalılar da vardı. Örneğin, 1997'de CIA görevlisi Paul Henze, "Atatürkçülük öldü! Nakşiler, Nurcular ilericidir!" demişti. 1998'de CIA'nın eski Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller ise "Kemalizm'in sonuna gelindi! Bu iyi oldu! Dünyadaki tüm büyük liderler gibi Atatürk'ün fikirleri de ölecektir!" demişti.
SAMUEL HUNTİNGTON'UN HAYALİNDEKİ TÜRKİYE1990'ların sonunda ABD, CIA görevlileri "Atatürk'ün kurduğu üniter ve laik Cumhuriyet"e açıktan saldırmaya başlamıştı. Örneğin, 1996'da CIA görevlisi CFR üyesi Samuel P. Huntington "Medeniyetler atışması" adlı kitabında, "Türkiye'nin, Atatürk'ün mirasını bilinçli bir şekilde reddedip, kendisini İslam'ın bir lideri olarak yeniden tanımlamasından" söz ediyordu. (2) Huntington, Atatürk'ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti'ni şöyle eleştiriyordu. "Türkiye İslam'ın çekirdek devleti olmak için gerekli tarihe, nüfusa, orta düzey bir gelişmişliğe, ulusal birliğe, askeri yetenek ve geleneğe sahiptir. Gelgelelim, Atatürk'ün Türkiye'yi net bir şekilde laik bir toplum olarak tanımlaması, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu rolü Osmanlı İmparatorluğu'ndan devralmasını önlemiştir. Türkiye anayasasındaki laiklik ilkesine bağlılığından ötürü OIC'in kurucu üyesi bile olamamıştır. Türkiye kendisini laik bir ülke olarak tanımladığı sürece İslamın liderliğine soyuna olasılığı yoktur." Huntington, Türkiye'nin kendisini "yeniden tanımlamasını" istiyordu. Bu kapsamda Türkiye'nin yönünü Batı'dan Doğu'ya, İslam dünyasına çevirmesini öneriyordu. Türkiye'nin böylece "Batı'nın temel İslami muhatabı ve düşmanı olarak oynadığı çok daha etkileyici ve onurlu tarihsel rolü yeniden üstelenecek hale gelebileceğini" belirtiyordu. Huntington, Türkiye'nin İslam dünyasına yönelebilmesi için her şeyden önce "Atatürk'ün mirasını reddetmesi" gerektiğini de şöyle ifade ediyordu: "Laiklik ve demokraside Batı'nın iyi ve kötü yanlarını yaşayıp görmüş olan Türkiye de, en az (Güney Afrika'nın Afrika'ya liderlik etmesi kadar) İslam'a liderlik etme vasfını kazanmış olabilir. Ama bunu yapabilmek için, Atatürk'ün mirasını, Rusya'nın Lenin'in mirasını reddedişinden daha eksiksiz bir şekilde reddetmek zorunda kalacaktır. Böyle bir hamle aynı zamanda Atatürk kalibresinde bir lideri... gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde toplamış olan bir lideri gerektirir." (3) Görüldüğü gibi Huntington açıkça Türkiye'de "Atatürk'ün mirasını reddedecek" bir lider bekliyordu. Huntington'un "siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde toplayan bir lider" tanımlaması Osmanlı sistemini ve Osmanlı halifeliğini akla getiriyor.
GRAHAM FULLER'İN "YENİ TÜRKİYE'Sİ1990'ların sonunda CIA görevlileri, Atatürk'ün kurduğu üniter ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı İslamcı, Osmanlıcı yeni bir Türkiye'den (Yeni Osmanlı'dan) söz etmeye başladılar. Hatta CIA'nın eski Ortadoğu Masası Şefi Graham E. Fuller, 2007'de "Yeni Türkiye Cumhuriyeti" adlı bir kitap yazdı. Graham Fuller kitabında Türkiye'nin Ortadoğulu olduğunu belirterek, Türkiye'nin yönünü Batı'ya çeviren Atatürk'ü eleştiriyordu. (4)
Fuller, kitabında büyük bir ısrarla "Yeni Türkiye"nin İslam dünyasının liderliğine soyunup Ortadoğu'ya yönelmesini öneriyordu. Türkiye'nin Batı'ya yöneldiği sürece "bağımlı", Ortadoğu'ya yöneldiği sürece "bağımsız" ve "lider ülke" olacağını (!) iddia ediyordu. Kemalist eğitimin, İslam dünyasını ve Ortadoğu'yu kötülediğini, bu nedenle İslam dünyasına ve Ortadoğu'ya yönelmek için önce bu

2