"Zaferin sırrı nerededir bilir misiniz Orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen ilkelerini yol gösterici olarak almaktadır." (Atatürk, 1922)
Tam 103 yıl önce, 26 Ağustos 1922'de, Afyon Kocatepe'de, sabah saat 05.00'te, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın işaretiyle Türk tarihinin en önemli taarruzu Büyük Taarruz başladı.
BÜYÜK ZAFER'İN NİTELİĞİBüyük Zafer her şeyden önce akılcı ve bilimsel düşüncenin eseridir. Atatürk, 27 Ekim 1922'de Bursa'da öğretmenlere yaptığı konuşmada, kazandıkları zaferin sırrının "orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen ilkelerini rehber kabul etmek" olduğunu söylemişti. (Atatürk'ün Bütün Eserleri (ATABE), C.14, s. 44) Atatürk, Nutuk'ta da Büyük Zafer'in "her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış ve yönetilmiş bir hareket" olduğunu belirtiyor.
Her şeyden önce Büyük Zafer, sadece 26- 30 Ağustos 1922 arasında 5 günde kazanılmadı; 1919- 1922 yılları arasında yaklaşık 4 yılda kazanıldı. Mustafa Kemal Atatürk, 5 günde elde edilen zafer için yaklaşık 4 yıl hazırlık yaptı.
KURTARICI KARARLARBüyük Zafer'in kazanılmasına giden yolda Atatürk'ün kurtarıcı kararları etkili oldu.
Temmuz 1921'de KütahyaEskişehir Muharebeleri'nde yenilen Türk ordularını, daha fazla kayıp vermemeleri ve yeniden derlenip toparlanmaları için Sakarya Nehri'nin doğusuna, Ankara yakınlarına kadar geri çekti. Böylece hem ordunun toparlanmasını sağladı, hem de düşmanı çok geniş bir alanı kontrol etmek zorunda bıraktı.
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrasında, Yunan ordularının Ankara kapılarına dayandıkları bir aşamada, 5 Ağustos 1921'de, TBMM tarafından teklif edilen başkomutanlığı, üç ay süreyle ve olağanüstü yetkilerle kabul etti. Böylece çok kritik bir anda, vatanın ve milletin tüm sorumluluğunu üzerine alıp ordunun başına geçti.
7/8 Ağustos 1921'de ordunun eksiklerini tamamlamak için zorunlu iç borçlanma olarak adlandırılabilecek Tekâlifi Milliye Emirlerini yayımladı. Böylece adeta bir "milli (ulusal) imece" gerçekleştirdi. Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde ordunun ihtiyaçlarının bir bölümü halktan karşılandı.
"Hattı Müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır" stratejisiyle kazandığı Sakarya Meydan Muharebesi'nin kazanılmasından sonra zaman kaybetmeden düşmana taarruz edilmesini isteyenlere, "Yarım hazırlıkla, yarım önlemle yapılacak saldırı hiç saldırı yapmamaktan daha kötüdür" dedi. Bu kritik aşamada "duygularımızla" ve "tutkularımızla" değil, "aklımızla" hareket etmemiz gerektiğini belirtti. "Üç savaş aracı" diye adlandırdığı milleti, meclisi, orduyu hazırlamak zorunda olduğumuzu belirti. O; milletin, meclisin ve ordunun oluşturduğu cepheye "iç cephe" adını veriyordu: "Temel olan iç cephedir. Bu cephe bütün yurdun, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir; ama bu durum hiçbir zaman bir milleti bir ülkeyi yok edemez. Önemli olan, ülkeyi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren iç cephenin düşmesidir..." diyordu. Büyük Zafer'in başarısı, Atatürk'ün "üç savaş aracı" dediği "milleti", "meclisi" ve "orduyu" iyi hazırlamasında ve "iç cepheyi" olabildiğince sağlamlaştırmasında gizlidir.
Meclis'teki saldırgan ve yıkıcı muhalefetine karşı direndi. Meclisi ikna ederek başkomutanlığı korumayı bildi.
Kurtuluş Savaşı boyunca Türk ulusunun haklı davasında her fırsatta "barıştan" yana olduğunu belirtti. Ancak sahte barış tekliflerini (Sevr ve yumuşatılmış Sevr'leri) hep reddetti. Basın yayınla kamuoyu oluşturmaktan ve diplomasiye dayanmaktan hiç vazgeçmedi. Son olarak Büyük Taarruz öncesinde bir kere daha süngüden önce diplomasiye dayandı. Bu kapsamda önce Mart 1922'de Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) Beyi, Temmuz 1922'de de İçişleri Bakanı Fethi (Okyar) Beyi Avrupa başkentlerine gönderdi. Ancak bakanların bu görüşmeleri sonuçsuz kaldı. Böylece bir taraftan içeriye ve dışarıya barış arayarak taarruz etmek düşüncesinde olmadığını göstermiş diğer taraftan da Kurtuluşu sağlayacak gerçek bir barış için savaştan başka seçenek kalmadığını görmüş oldu.
Türk Genelkurmayı taarruz hazırlıklarını büyük bir gizlilik içinde yürüttü. Öyle ki son ana kadar bir taarruz yapacağını gizlendi. Türk ordusunun savunmada kalmaya devam ettiği izlenimi yaratmaya çalıştı. Atatürk'ün isteği üzerine 20 Temmuz 1922'de Başkomutanlık Kanunu'ndaki olağanüstü yetkilerin (2.maddenin) kaldırılması ile meclise ve düşmana, taarruz olasılığının azaldığı mesajı verildi.
Başkomutan Atatürk'ün "taarruz niyetinde olmadığını" gösteren bilinçli çabası, Yunan hırslarını tetikledi. 27 Temmuz 1922'de Yunan Başkomutanı Hacıanesti Anadolu'daki bazı tümenlerini Trakya'ya geçirip İstanbul'u işgal etmek için harekete geçti, Ancak İstanbul'un Yunan işgaline girmesini kendi çıkarlarına aykırı bulan İngilizler ve Fransızlar buna izin vermediler.
Başkomutan Atatürk, 27 Temmuz 1922'de, bir futbol maçı bahanesiyle ordu ve bazı kolordu komutanlarını Akşehir'e çağırdı. 28/29 Temmuz gecesi komutanlarla taarruz planını konuştu. 30 Temmuz'da Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı ile de özel olarak tekrar görüştü. 1 Ağustos 1922'de öğleden sonra Milli Savunma Bakanı Kâzım Paşa da Akşehir'e geldi. Bu görüşmelerle taarruzun şekli ve ayrıntıları belirlendi.
TAARRUZ PLANITürk Genelkurmayının taarruz planına göre düşman karşısında kuvvet üstünlüğüne sahip olmayan Türk ordusu, düşmanın en stratejik kanadına Afyonkarahisar'ın güneyinden tüm gücüyle saldıracaktı. Buradaki Türk 1. Ordusunun 40 km'lik genişlikteki taarruz bölgesine 10 gün içinde, gizlice, gece yürüyüşleriyle yaklaşık 100 bini aşkın asker yığılacaktı. Böylece cephenin kuzeyinde Yunan ordusu karşısındaki Türk ordusu sayıca daha zayıf bırakılırken, güneyde asıl taarruz noktasında Türk ordusu Yunan ordusuna karşı ezici bir üstünlük kuracaktı.
Asıl savaş alanı olarak cephenin güneyinde Afyonkarahisar-AltıntaşDumlupınar üçgeni seçilmişti. Cephenin sıklet merkezi ise Afyon, Erkmentepe-BelentepeTınaztepe arasında 12 km'lik yarma bölgesiydi. Başlangıçta 40 km olarak belirlenen yarma bölgesi sonradan daha da daraltılarak 12 km'ye düşürülmüştü. (Fahri Belen, Askerî, Siyasal ve Sosyal Yönleriyle Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1983, 422)
Plana göre Nurettin Paşa'nın komutasındaki 1. Ordu, Afyon'un güneyinden bütün gücüyle düşmana saldıracaktı. Bu sırada Yakup Şevki Paşa'nın komutasındaki 2. Ordu düşmanın güneye kuvvet kaydırmasına engel olacaktı. Fahrettin Altay Paşa'nın süvari kolordusu da Ahır Dağları'nı aşıp düşman üzerine akacaktı. Kocaeli Grubu ise Geyve Boğazı'ndan Gemlik'e kadar olan bölgeyi savunacaktı.
2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa'nın taarruz planını çok riskli görüp itiraz etmesi üzerine Başkomutan Atatürk, bütün sorumluluğu üzerine aldığını söyledi. Her duruma yönelik senaryoların oluşturulduğu ve gerekli önlemlerin alındığı belirtilerek 2. Ordu komutanı da ikna edildi.
Başkomutan Atatürk, Afyon'un güneyinden yapacağı taarruzu gizlemek için tam tersi kuzeyde İzmit ve Eskişehir yönünde bilinçli olarak bir hareketlilik yaratmıştı. Düşmanın gafil avlanma nedenlerinden biri de buydu. Öyle ki, Büyük Taarruz'un başladığı 26 Ağustos 1922 sabahı Yunan ordusunun 11. Tümeni'nin tamamı ve 10. Tümeni'nin büyük bir kısmı Türklerin Kocaeli Grubu'na (gerçekte var olmayan 19. ve 20. Tümenlerine karşı) mevzilenmişti. Bu sayede Türk ordusu, 6.981 tüfek ve 11 topla, karşılarındaki Yunan ordusunun 20.000 tüfek ve 40'tan fazla topunu asıl muharebe alanından uzak tutmayı başarmıştı. Bu akıllı strateji, Büyük Taarruz'un kazanılmasında kritik rol oynamıştı. (Selim Erdoğan, "Büyük Taarruz Öncesinde Bir Dezenformasyon Başarısı: 'Deli' Halit Bey'in 19. ve 20. Tümenleri", Harp Tarihi Dergisi. 1 (2020), s. 87)