Allah Resulü'nün annesi: Hz. Amine

"Allâh Seni mübârek kılsın! Eğer rüyâda gördüklerim doğru çıkarsa, Sen celâl ve ikrâm sâhibi Allâh tarafından Âdemoğulları'na helâl ve harâmı bildirmek üzere gönderileceksin. Allâh Seni, putlardan ve putperestlikten de koruyacaktır.

Her hayat sâhibi ölecek, her yeni eskiyecek, her büyüyen fenâ bulacak, yok olacak. Ben de öleceğim fakat ebediyyen yâd edileceğim. Çünkü temiz bir evlât dünyâya getirdim ve arkamda hayırlı bir hâtıra bırakarak gidiyorum!.."

Bu sözler, Son Peygamber Hz. Muhammed (sav)'in mübarek annesi, Hz. Amine'ye ait. Ölüm döşeğindeyken takriben 5 yaşlarındaki küçük oğluna sarılarak yaptığı son konuşma olduğunu yazıyor tarihler...

Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Peygamber Efendimizin annesini tanımak hepimiz için bereket vesilesi olacaktır inşallah Özellikle Müslüman hanımların yol haritalarını çizerken, nurlu ışığıyla aydınlanacakları örnek bir hatundur. O, tertemizdir, çünkü hayatında hiçbir puta yönelmemiştir.

Allah Resulü kendi ifadeleriyle, "Ben, câhiliye devrinin kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmaksızın, ana ve babamdan meydana geldim. Ben, tâ Âdem'den babama ve anneme gelinceye kadar hep nikâh mahsûlü olarak meydana geldim, aslâ zînâdan meydana gelmedim" buyurmuşlardır.

İffeti, asaleti, güzel ahlakı, hanif itikadı yani putlara tapmayarak ve Hz. İbrahim'in öğretisiyle yaşıyor olması, nezaketi ve nurani cemaliyle Zühreoğullarının parlak incisidir o... Kureyş'in sözü dinlenir, sözüne itimat edilir ve hürmete layık önderlerinden Abdülmuttalip Efendi'nin oğlu Abdullah ile evlendirilir.

Abdullah Efendi de nadide bir yıldız gibi Kureyş'in 'alnında nur taşıyan' delikanlısıdır. Tarihçilerin anlattığına göre, onun alnındaki ak ışığa bakan herkesin gözleri kamaşırmış. Güzel ahlakıyla ailesinin gözbebeği olarak âdeta bir prens gibi yetiştirildiğiyle namlı bir delikanlıdır...

Evlendikleri gece, Abdullah'ın alnındaki 'nur-u Muhammedi' anne olacak Amine'ye geçer. Artık alnı parıldayan yıldız Amine'dir. Ne var ki kısa süre içinde bu genç damat, hayata veda eder. Büyük ve şok edici bir acıdır bu, sadece aileler ve akrabalar için değil, Mekke'den Madine'ye, Şam'dan Yemen'e giden kervanlarla bu hüzünlü hikâye ağızdan ağıza yayılır.

Gelin hanım bu ayrılıktan ve hüzünden çok yorgun düşmüştür. Onu hayata bağlayan tek şey karnında taşıdığı 'Abdullah hatırası'dır. Mekke'ye döner, eşinin yurduna. Orada onu ağlaşarak, zılgıtlarla karşılarlar, en çok üzülenlerden birisi de kayınpederi Abdulmuttalip'tir. Gelinini hoş tutmaya, gönlünü almaya ayrı bir özen gösterir... O artık oğlu Abdullah'ın emaneti olmaktan çok onun kızıdır. Amine Hatunsa, sabrın, sadakatin, aidiyetin, saygının, bağlılığın, hüznün simgesi olarak bir buğday başağı gibi kader rüzgarının önünde eğilip doğrulmaktadır. Adetleri gereği, yoksulları doyururlar, yetimleri yedirir içirirler, konukseverlikleriyle şereflerine şeref katarak yaşamlarına devam ederler... Lakin hüzün şerefin gölgesi gibidir bu evde...

Günler geçerken, bebeğin doğum gününe yakın, Hz. Amine bir rüya görür... Rüyasında ona şöyle seslenir melekler: "Ey Âmine! Sen bu ümmetin efendisine hâmilesin! Dünyâyı şereflendirdiği zaman: Her hasetçinin şerrinden O'nu bir ve tek olan Allâh'a havâle ederim! diye duâ et ve O'na Muhammed ismini ver!"