Medeniyet Üniversitesi'ndeki değerli hocalarımızdan birisi; Prof. Muhammed Esat Altıntaş...
Türkiye'miz gibi jeopolitik gerilimleri had safhadaki bir ülkede yaşayınca, genel gündemimizi siyaset, ekonomi, milli güvenlik gibi büyük gündemler belirliyor haliyle. Bunun dışında magazin ve futbol da var gündemi tutan konular denildiğinde ama onları bile konuşurken siyaset ve ekonominin bagajlarıyla tartışıyoruz çoğu kez. Günlük hayatlarımıza şiddet damgasını vuruyor. Küçücük bir olay, bizleri düşman kardeşlere çevirebiliyor, her gün işlenen şiddet olayları, dehşete düşüren vakalar, çığ gibi sarıyor dört bir yanımızı...
Tam bu bunalmışlıkla olayları ve gündemi takip ederken düştü Muhammed Hocamızın anekdotu, eşi üzerinden yaşanan oldukça değerli bir olay bu, köşeye bu yüzden çekip biraz da bu yandan düşünelim istedim... Eşi, Kartal Şehir Hastanesi Metrosu'ndan yukarı doğru çıkarken, yürüyen merdivenlerde bir hanımı ağlarken görmüş. Kadın gayrı ihtiyari hem kendini tutamadan ağlıyormuş hem de '16 yaşında bir çocuk hiç ölür mü' diye hayretle sorup duruyormuş... Muhammed beyin eşi bu gözü yaşlı hanımın yanına gidip sessizce sarılıvermiş boynuna... Hiçbir şey demeden sarılmış halde yukarı çıkmış iki kadın... Merdiven bittiğinde ağlayan kadın hikayesini döküvermiş: Meğerse Zeynep adında bir kızı varmış, 16 yaşındaymış... Hep bu metro yoluyla gelip giderlermiş hastaneye, ama Zeynep hastalıktan kurtulamamış bir türlü ve vefat etmiş genç yaşında, Allah rahmet eylesin. İşte gözü yaşlı anne de bu metro merdivenlerinden yukarı doğru çıkarken o günleri anımsamış, ağlıyormuş... Bir acı, cidden yüreğe değen bir acı, bu birbirini hiç tanımayan iki insanı birleştirivermiş.
İnsan, insanın teselli yurdudur. Hiç tanımadan ben de sevdim Muhammed Hoca'nın eşini, sonra Zeynep'i ve annesini.
Muhammed Hoca devam ediyor. Eşi bu olayı anlatınca, okuduğu bir intihar mektubunun son cümleleri gelmiş aklına, mektupta şöyle yazıyormuş; '... Tanrım kollarını açar mısın Sarılacak kimsem kalmadı, kollarına geliyorum...'
Ne kadar sarsıcı değil mi Giderek kalabalıklaşan şehir, giderek birbirinden uzaklaşan insanlar ve güvensizliğin esas olduğu ilişkisizlik düzeyleri. Her yanımız kesiliyor, budanıyor sanki, yitip gidiyoruz şehrin kuytularında.
Birbirimizden kopuşumuz, aile bağlarının zayıflaması, akrabalığın yüke dönüşmesi, komşuluğun buharlaşması derken, hepsinin yerini sanal medyadaki sanal iletişimsizlik ağlarının almış olması, ne kadar ürkütücü! Yabancılaşmış bir topluma doğru gittiğimiz gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Her şey üst üste ama her şey kopuk kopuk...
Çok büyük ekonomik tezlerin, derin siyasi analizlerin, dış politika kritiklerinin yanında, biriyle dertleşmenin hal hatır etmenin ne önemi olabilir ki diyeceksiniz belki de... Yas ise yası, tasa ise tasayı, mutluluk ise mutluluğu paylaşmanın, dayanışmanın, tebessümün karşılığı ne olabilir Ne mi olabilir anlatayım...

2