Mardin, mazi kalbimde bir yaradır...

Geçtiğimiz hafta Mardin'de misafirdim. Orada zaman, bahardan yaza geçmekteydi. Mezopotamya'nın bereketli upuzun ovalarını seyredebileceğiniz vakitlerdeyiz Mardin'de. İnsan, uçsuz bucaksız bu bereketli yeşil denizi seyrederken, kalbinin genişlediğini hissediyor. Sanki Kudüs'ün aynasından bakıyor Mardin. Hem mimarisi hem dinler merkezi olarak, kutsalın güzel olan ile, duanın ise nasip ile buluştuğu bir kaviste...

İnsanları sımsıcak, konuksever, kibar ve tertemiz, esnafları bile hemen gözlerinin içi gülerek sizlere kahve, badem şekeri, mırra, hurmalı çörek ikram ediyorlar. Çarşısı; incisi, gümüşü, amberi, sabunu, miski, ipeği, kadifesiyle, capcanlı arastalardan oluşuyor. Bin bir merdivenle inip, bin bir merdivenle çıkıyorsunuz, taşlık yüzeyden gelen serinlik şaşırtıcı, çilek mevsimiymiş, dut, erik mevsimiymiş Mardin'de. Toprak ana, tüm hediyelerini sınırsız bir sofra bereketiyle ikram etmiş bu kentte...

Hz. Peygamberimizin (sav) postacısı olarak bilinen Abdullah bin Enes El Cüheyni (r.a.) burada bir camide yatıyor, Şeyh Çabuk Camii, bahçesinde çocuklar ilahiler okuyor. Daha ileride Ulu Cami var. Artuklular döneminde inşa edilmiş dilimli kubbesi ve yüce minaresiyle Mardin dendiğinde sembolik fotoğraflarıyla tanıdığımız bir cami. Burada sanki zaman durmuş, Şam, Bağdat, Kudüs'ün harmanlandığı bir bileşim kesiti gibi cami avlusu, şadırvanda yüzümüzü yıkıyoruz. Güvercin zannettiğim kırlangıç kanatları, aminlere karışıyor... Minareye bakmaya doyamıyorum. Kimi bekliyorsun sen diyorum, böyle asırlar boyunca Kıble rüzgarlarına dönmüş, kumsal renkli, nazlı ve sabırlı bedeninle, kimi bekliyorsun diyorum. En üst katından baksam kesinkes Kabe'yi görebileceğimi düşlüyorum.

Kasımiye Medresesi'ne geçince, insanın içinden buradaki mektebe derhal kayıt olmak geçiyor. 23 tane medrese odası ile geçmiş yüzyılların en kalabalık mekteplerindenmiş... Avludaki havuz, Endülüs su sanatlarını andırıyor ilk bakışta ve kızıl- kumsal renkli bu büyük medreseye hayat ve neşe veriyor. Kale'den çıkıp geldiği söylenen suya ellerimi değdiriyorum, kayadan fışkırdığı yer insanoğlunun doğumunu, ince uzun arklarda yol alışı gençliği ve erişkinliği, havuz ise mahşerde toplanan ruhları temsil ediyormuş... Mimarinin simgesel boyutunun, Şark mimarisine ruh ve anlam veren, onu tamamlayan asli ve soyut bir boyut olduğunu düşünüyorum. Burada taşın kalbine doğru yürüyorsunuz her adımda. Taşa çiçek açtırmış bir medeniyetler silsilesinden söz ediyoruz. Müslümanı, Hristiyan'ı, Kürt'ü, Arap'ı, Türkü ile bir medeniyetler teknesi Mardin ve selametle, saygıyla yaşamanın sırrını arayacağımız bir mekan...

Mırrasını içip, sohbetini pek sevdiğim bir beyefendi, bana büyükbabasının bir fotoğrafını aradığını ama hiçbir yerde bulamadığını söylüyor. Yutkunuyor bunu söylerken, gözleri buğulanıyor, 'siz devlet erkanı bilen bir kimsesiniz, belki Ankara'da vardır dedemin bir fotoğrafı' diye soruyor... Onu çok iyi anlıyorum. Yaşınız ilerledikçe, üst soyunuzla ilgili merakınız da artıyor, çünkü bizler yaş aldıkça ileri doğru değil de geçmişe doğru gideriz, kalbimiz bizden evvelkilerin hatırasını sorup durur...

'... 1937'de bir gün dedemi Mardin'den alıp, Diyarbakır'a götürmüşler, ailemiz niçin olduğunu anlayamamışlar, sormuş soruşturup, itiraz etmişler, yargılanacaklar diye beklerlerken yolda kurşuna dizilmişler. 103 kişiymişler. Devlette vardır bir resmi değil mi Sibel Hanım Devlet infaz ettiği kişilerin fotoğrafını çekmiştir elbet, vardır bir dosyada... Ben dedemi çok merak ediyorum. Babam 6 aylık bebekmiş dedem vurulduğunda, kundakta kalmış, o ağladıkça evdeki herkes de bebekle birlikte ağlarmış, amcam genç yaşta kurşuna dizilen kardeşinin acısıyla, ölünceye kadar döşekte oturmayacağım diye yemin etmiş, yerde otururdu, yerde yatardı amcam, içtiği su bile acıtırdı onu, dedem böylece bizimkilere büyük dert olmuş, ben şimdi onu merak ediyorum... Nasıl biriydi, devlette fotoğrafı var mıdır Sibel Hanım'