Bilad-ı Şam ve Halep
Bilad-ı Şam; Suriye, Lübnan, Filistin'i içine alan bölgenin ismidir. Kuzeyinde Toros dağları, güneyinde Sina yarımadası, doğuda Irak, batıda Lazkiye ve Akdeniz sahiline kadar olan kısma Bilad-ı Şam denirdi, Osmanlı buradan elini eteğini çekinceye kadar...
Peygamberler tarihine ait coğrafya ise kısaca şöyledir; bizim Harran'dan başlayıp, hemen Şam bölgesine inen, oradan güneye Golan Tepeleri üzerinden Malule kentine ve oradan Ürdün ve Filistin'e uzanan, Filistin'den Sina çölü üzerinden Mısır'a ulaşan ve Mısır'dan yine geriye Sina çölüne ve oradan da Kudüs'e gelerek burada göllenen, Hz. Hacer ve evladı İsmail ile birlikte Mekke'ye aks yapıp ve Miraç gecesi de Sevgili Peygamber Efendimizle (s) birlikte yeniden Mescid-i Aksa'da göklere tırmanan, oradan yeniden Mekke-Medine'ye inerek, Ravza-i Mutahhara'da hitama eren tarihi bir coğrafyadır.
Bütün Peygamberler, bütün Kitaplar, Sahifeler, Havariler, Sahabiler, azizler, büyük evliyalar, bilginler, bilgeler bu saydığımız coğrafyada zuhur etmiş ve bu toprakları, ''dünyanın kalbi' mesabesine taşımıştır. İlk yazı, ilk tekerlek, ilk cam, ilk şiir, ilk şarkı, ilk heykel, ilk kanunname, ilk görkemli mezarlar, mabetler, ilk haritalar, ilk tarım, ilk mühendislik harikaları, hep burada neşet etmiştir.
Osmanlı Devleti'nin 'Şark Sorunu' olarak kabullenildiği günlerden (1815) bu yana da bahsettiğimiz coğrafyada hercümerc hali hakimdir. Savaşlar, zorbalıklar, iç karışıklıklar, kabile, soy, mezhep ve meşrep kavgaları aracılığıyla 'post-Ottaman' denen bu 2 asırlık karışıklık halen bitmiş değildir. Çünkü Osmanlı Devleti sonrası bu coğrafyada oluşanoluşturulmuş anaforlar halen son bulmuş değildir.
Ve Halep... Bizler için Mersin'den, Tokat'tan, Erzincan'dan farkı olmayan bir kent olarak Halep, dünyanın en güzel kentlerindendir. Sabahları bembeyaz bir lale gibi parıldayan Halep Kalesi, ikindiden itibaren kan renkli bir laleye döner, güneş ışınlarını yansıtan mermerleri ile Kale sanki havada uçuyor gibidir. Bendeniz Halep Kalesini hem Erciyes'e hem de Süleymaniye Camii'ne benzetirim. Her ikisinin ruhundan da parçacıklar gezinir durur onun havasında... Halep bizdendir, biz Halep'tenizdir..
Bizim büyük halalarımızdan Şerife Hanımı ki Giritli bir babanın evladı olarak, Halep'e gelin vermişler vakti zamanında. Hiç de yad ellere gidiyorum diye düşünmeden kendi ülkemizin vilayetlerinden birine gelin gider gibi gitmiş o vakitler. Gelin kısmı hem ağlar hem gidermiş, işte öyle, gelinlerin gittiği her yer vatan değil midir zaten... Kim bilir böyle kaç kızımız Halep'e gelin gitmiş, kaç askerimiz Halep'te süngü tutmuş, nöbet beklemiş, kaç öğretmenimiz orada kalem tutmayı öğretmiş, kaç büyüğümüz orada şehit olarak Kale'nin kızıl lalelerinin arasına karışmıştır... Kim bilir... Bizde sivil tarihe dair belge tutma alışkanlığı pek olmadığı için bu gelinlerin, bu muallimlerin, bu kabristanların öyküsünü pek bilemiyoruz.
Yalnız son iç savaşa kadar, bendeniz İstanbul'a dönüş uçağı beklerken, Hatay'dan kalkan minibüslerle Halep'e geçip çeyizlik eşya almaya giden kadınların sınırdan geri dönüşlerini de görmüştüm.. Şam'da, Halep'te okuyan kızlı erkekli öğrencilerimizi de.