''Anam, babam ve şu nefsim sana feda olsun Ya Resulullah...''
''Alemlere rahmet' olarak gönderilmiş Hz. Peygamberimizin ismi 'Rahmetellilalemin' olarak geçer Kur'an'da. Dün, Sevgili Peygamberimizin veladetinin yıldönümüydü. Bir Osmanlı adeti olan 'kandil'lerle donandı minareler, camiler doldu taştı, 'amin'lerle gönüller yıkandı.
Kendisini 'ben kızlar babasıyım' diye takdim eden bir Peygamberin (sav) ümmetiyiz. Kızı gelince ayağa kalkan, onun oturması için kendi yerini ikram eden, bazı zamanlar gömleğini yayıp üzerine oturması için buyur eden bir baba, kızını, kızının eşini, kızının evlatlarını aba'sı altına alıp, onlara 'ehli beyt' kanadını indiren şefkat timsali bir yürek...
Asrımızın ilacı, merhametin zirvesi... Asrımızın derdi olan yalnızlığımızı, bir başınalığımız aydınlatarak; ben'i, biz şuuruna taşıyan bilinç, fedanın, vefanın, nezaketin timsali... Bitimsiz sevgi, saygı, mütevazılık rasatı ve asaletin, onurun güzel taşıyıcısı, Hz. Peygamberimize (sav) salat selam olsun...
Onun yanında sözüne sadık arkadaşları yani ashap anlatılırken genelde erkeklerin dünyasında gezinir anlatılanlar... Lakin onun merhametli kalbinde hanımlardan izler de vardır... Bugün Rebiülevvel ayının hürmetine işte bu annelerimizden bir demet hatıranın etrafına toplanalım istedim...
Annesi, Hz. Amine:
Bir gün arkadaşlarıyla birlikte Ebva Vadisinden geçerlerken, onlardan müsaade isteyip yolun karşı tarafındaki bir tepeye doğru yürüdü alemlere rahmet Hz. Peygamber Efendimiz. Arkadaşları onun o tepede diz çökerek ağladığını, dua ederken zaman zaman otları elleriyle tutarak okşayıp sevdiğini gördüler, döndüğünde ne olduğunu sorduklarında, üzgün bir sesle ve gözlerindeki nem henüz kurumamış bir halde:
-'Orada annem yatmaktadır...' Dediler... Arkadaşları da sessizce ağlamaya başladılar...
O yetimliğin her demini yaşamış garipliğin imbiğinden geçmiş bir kimseydi. 'Cennet anaların ayakları altındadır'' derdi.
Dadısı, Hz. Ümmü Eymen:
Herkes sofralara koştuğunda, o koşup hemen sofralara varamaz, geride durur, herkes kaşığını yemeğe uzattığında o mahcubiyetten hemen yemeğe oturamazdı. Dedesi onun bu huyunu bildiğinden; 'Oğlum Muhammed ile benim soframı ayrı kurun, o insanların efendisi olacak' derdi, ona moral verirdi. Dedesi vefat ettiği gün, dadısı Ümmü Eymen küçük Muhammed'i dedesinin üstüne atılmış sarsıla sarsıla ağlarken bulmuştu. Nasıl ağlamasın ki; küçük Muhammed ne zaman birisini sevse, bağlansa, o kişi kısa sürede dünyasını değiştirirdi. Ümmü Eymen onu aldı, sevdi, destek oldu, büyümesinin, gençliğinin ve resullüğünün şahidi olarak vefat edinceye kadar yanından hiç ayrılmadı.
Eşi, Hz. Hatice:
Hz. Hatice'nin çölü deniz eyleyen merhamet dolu aşkıyla nihayet gençliği kemale erdi, yetimliği sona erdi. Göklerinde güneşler açtı. Peygamber olduğunda da O'na ilk inanan kişi de Hz. Hatice'ydi. Göklerde Hz. Cebrail yerlerde Hz. Hatice'den başka mü'min arkadaşı yoktu ilk başlarda, bir melek ve bir kadınla başladı her şey. Sonra O'nu sevenler, anlattıklarını da sevmeye başladılar, bu silsileden bir ihtida, aydınlanma yolu açıldı... O'nun güzel ahlakını, mütevaziliğini, dinginliğini sevenler, anlattıklarına da güveniyorlardı. Aile yaşantısını örnek alıyorlardı. Yine de Onu ilk önce, güçsüzler anladı ve inandı. Yoksullar, köleler, çaresiz kadınlar, çocuklar... Güç ve erk sahibi varsılların ise, yeni bir sevgiye ihtiyaçları yok gibiydi ilkin, dünya onlara kalplerini göstermeyecek kadar kuşatmıştı dört bir yanlarını. Sabırla, sükunetle hepsine ulaştıracaktı çağrısını... Hatice onun dava arkadaşıydı... Yüzü hep gülerek baktı eşine: ''Anam, babam, şu nefsim sana feda olsun Ya Muhammed' derdi.